Agito ergo sum ! -

Kuzey Amerika

15 Mart 2011

NOLA: Bir Eğlence Aşığı !

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan
Müzik: New Orleans Music-Rebirth Brass Band
(Albüm: Ultimate Mardi Gras)

Cadılar bayramının bir hafta öncesi diye bu hareket diye düşündük ilkin, ama bir iki gün geçince anladık ki eğlence bu kentin ruhunda var.

Otel odasında, kapının arkasındaki tabelada yer alan “odanızın kapısını bir otel görevlisi çalarsa, resepsiyonu arayıp otel görevlisi olduğunu teyit edin” uyarısı ilk anda “ne biçim bir yere geldim ben” duygusu uyandırsa da sokağa çıkıp adım attığınız Bourbon Street size bambaşka bir  dünyanın kapılarını açıyor. Bu dünya eğlencenin, müziğin, yemenin içmenin renkli dünyası.

Katrina kasırgasından sonra yaşanan göçler nedeniyle çetelerin yerleştiği ve bir suç şehri olduğu söylenen New Orleans’ın derinlerine girmeden sadece eski Fransız Mahallesi’nde (French Quarter) dolaşırsanız bu renkli dünyadan tadı damadığınızda kalıp ayrılacağınıza şüphe yok.  Ferforje balkonlarından sarkan çiçekleriyle, rengarenk panjurlu pencereleriyle iki katlı evlerin çarpıcı, özgün mimarisi, titrek alevleriyle göz kırpan sokak lambalarının altında yürürken karşınıza çıkan restoranlardan yayılan baharatlı yemek kokuları, barlardan ya da sokak köşelerinden kulağınıza çarpan blues ezgileri, katırların çektiği faytonların tıkırtıları, sokak ressamları, falcılar, satıcılar geleneksel Mardi Gras festivali olmadan bile tam bir cümbüş, eğlence ve keyif ortamı sunuyor konuklarına. Tom Robbins’in keyifli romanı Parfümün Dansı’nda New Orleans’a dair anlattığı her şey var etrafımızda.

Sabahın erken saatlerinde dolaşmaya başladığımızda “akşamdan kalma” bir kent nasıl olur görüyoruz. Temizlik işçilerinin çöp kamyonlarına tıkıştırdığı çöp yığınlarıyla, sokakları yıkayan arazözlerden yayılan sabunlu suyun kokusu birbirine karışıyor. Görüntü ve koku pek keyif verici değil ama hızlıca Mississippi  kıyısına doğru ilerleyip eski pazar yerinin (French Market) oradan yayılan iştah açıcı kokuyu izleyince, yağda kızartılıp daha soğumadan üzerine pudra şekeri boca edilmiş -17.yüzyılda kente yerleşmiş Fransız kolonicilerinden kalma bir alışkanlık olan- pofuduk “beignet” çöreklerini kahve eşliğinde birer ikişer yuvarlayacağımız Cafe du Monde ‘da güne iyi bir başlangıç yapıyoruz. Saat 10:00-10:30 gibi etrafta müzik sesi duyulmaya başlıyor. Küçük gruplar ya bir kafede ya da bir sokağın köşesinde önlerinde bahşiş kutuları, canlı performans gösterilerine başlıyorlar. Falcılar ve satıcılar Jackson Square çevresindeki yerlerini alıyorlar yavaş yavaş. Meydanın kıyısında koca gövdeleriyle katırların çektiği faytonlar sıralanıyorlar.

New Orleans’a sadece gezmek için geldiyseniz eski Fransız mahallesi beklentinizi fazlasıyla karşılayacak demektir, ama yine de gündüz gözüyle şehrin havasını koklayalım derseniz kıyı boyunca yürüyüp akvaryumu ziyaret edebilir, az ilerdeki feribot iskelesinden karşı kıyıya (Algiers) bedavaya geçebilir, daha ileride büyük turist gemilerinin yanaştığı limanın etrafını dolaşıp bir on dakika daha yürüyerek Katrina sonrası şehri kalkındırmak için yapılmış devasa kongre merkezini görebilirsiniz. Kıyıda demirlemiş bekleyen, kıçtan çarklı, tarihi nehir gemisi ile Mississippi boyunca  bir gezinti yapabilir, hatta bu gezintiyi yemekli ve müzikli programı seçerek zenginleştirebilirsiniz. Ya da  kıyıdaki ucundan başlayıp  Canal Street boyunca kent merkezine doğru  yürüyebilirsiniz. Bu caddede tramvay da hoş bir seçenek olabilir. Kent sakinlerinin gündelik yaşam manzaralarına  tanıklık edeceğiniz bu ana caddenin  sonlarına doğru Bourbon Street girişi size yeni bir rota çizecektir.
Bu yönden girer girmez caddeyi kesen ilk sokak olan Iberville caddesinde sola dönünce hemen sağ köşede Deanie’s Seafood tabelası göze çarpar. New Orleans’ın müzik kadar yemekle de anılmayı hak eden bir kent olduğunun ayırtına varacağınız yer.
Deanie’s de yediğimiz deniz ürünlerinin tadı hala damağımızda.  Siparişi verir vermez masaya çatal, bıçak, ekmek ve soslarla birlikte gelen patateslerin  pembe rengi kabuklu deniz ürünleriyle birlikte haşlanmasından kaynaklanıyor. Bu işlem patateslere sadece renk değil özel bir tat ve koku da vermiş.  Gumbo adı verilen çorbaları da tatmaya değer. Özellikle deniz ürünlü  bamya çorbası bu kentin Cajun mutfağının ana tatlarından birisi. Bazı yerlerde bu çorbayı timsah kuyruğuyla yemek de mümkün. Deanie’s de karışık deniz ürünleri tabağından bir kişilik sipariş verip iki kişi başına oturunca bile insan bitirmekte zorlanıyor. Yanında esmer Louisiana birasını da ihmal etmeyince epeyce bir yürümek gerekiyor yemek üstüne. Fakat ne gam, sıkılmadan git gel yapılabilecek bir yer Bourbon Street. İki katlı binaların ferforje balkonlarında kollarında renkli boncuklardan yapılmış kolyeler dizili insanlara bakınca önce ne olduğunu anlamıyoruz bir an, sonra balkonların altında, caddede dizilmiş insan kalabalığının bağrışlarına bakışlarımız yöneliyor. Aşağıdakilerin tezahüratı boncuk kolye kapmak için, yukarıdakilerden biri ikna olursa gözüne kestiği birine bir tane fırlatıyor. Sokaktaki dükkanlarda üç otuz paraya satılan bu rengarenk boncuk kolyeler eğlencenin ortak aracı olmuş bu sokakta. Ama kolye kapmak o kadar kolay değil, özellikle yukarıdaki kararlı bir erkek ise aşağıda bekleyen bayanın bluzunu kaldırıp bir an da olsa çıplak göğsünü sergilemesi gerekiyor.

Anlaşılan bizdeki “aç, aç” geleneği gibi New Orleans”ta da bir “at, at” geleneği var. Bu kentte sütyensiz dolaşmak demografik bir özellik mi yoksa yalnız Bourbon street gecelerine akan hanımlara mahsus bir güzellik mi diye düşünerek yürürken bir barın tavanından sarkan sütyenler dikkatimizi çekiyor. İçeride bir yazı “sütyenini çıkarıp asana bir kadeh içki bedava”. Bu kentte sütyen fiyatları içki fiyatlarından çok daha ucuz olmalı.
Bourbon Street boyunca, barların girişinde dikilen hanımların ellerindeki tepsilerdeki plastik bardaklardaki renkli içecek bu kentin kasırgalarla olan ilişkisinin de özeti sanki. Hurricane adıyla anılan ve New Orleans’ta yaygın biçimde tüketilen bu içecek rom, limon suyu ve tropikal meyve suyu karışımından oluşan bir kokteyl. 1940′larda Pat O’Brien adlı bir bar sahibinin, içki tedarikçisi firmaların zorla sattığı ikinci kalite romları elden çıkarmak için uydurduğu ve kasırga lambasına benzer bardaklarda denizcilere kakaladığı bir karışım. O günden bu güne o kadar tutmuş ki neredeyse kentin simgesi haline gelmiş. New Orleans’ta sokakta cam veya metal bardak ve kutularda içki tüketmek yasak olduğu için plastik bardaklarda satılıyor.

Gecenin ilerleyen saatlerine doğru bir korsan kafilesi, sonra sakallı bir Heidi,  yanında bir yarasa kız  ile Batman, bir kurt adam, yeşil başlı bir Frankenstein  ile karşılaşıyoruz. Hayır çok içmedik, bu gece cumartesi ve bir hafta sonra cadılar bayramı. Bir hafta öncesinde böyle eğlenenler cadılar bayramında ne yaptı kim bilir? Cumartesi gecesi çılgınlıklarını Bourbon Street’te bırakıp otele dönüyoruz.

İyi bir uyku sonrasında sabah kahvaltısının  hemen ardından pazar sabahını Louis Armstrong parkını ziyarete ayırıyoruz. Eski mahallenin hemen yanı başında yer alan parka yaklaştıkça müzik sesleri geliyor kulağımıza. Parkın içi ise ana baba günü. Orta öğrenim yaşında dört farklı öğrenci grubu, her grup kendi okul üniforması içinde, her öğrencinin elinde bir müzik aleti bir köşeye yerleşmişler. Öğrencilerin arka taraflarında aileler dizilmiş, bir nevi okulların müzikle “atışması” bu.Gruplar sırayla farklı müzik performanslarını sergiliyorlar. Nefesli çalgılar ön planda elbet. İnsan bu çocukları görünce anlıyor bu kentte müzik neden bu denli önemli. Bizde olsa, çocuklar pazar sabahı yapılacak bir okul etkinliğinden kaytarmak için fırsat kollarlar, oysa burada keyifle bir araya gelmişler müzik yapmak için. Aileleri de yanlarında.
Louis Armstrong parkından ayrılıp bir ana caddeye çıkıyoruz. Caddede bir insan kalabalığı, trafiği kesmiş atlı polisler bir korteje eşlik ediyor. Kortej dediysem gençler, yaşlılar, anne babalar, çocuklar, sevgililerden oluşan  sıradan insan kalabalığı, kent sakinleri. Aralarında koyu renk takım elbiseli, fötr şapkalı bazı erkekler ellerindeki lacivert beyaz tüy yumaklarıyla dikkat çekiyor.

Bazılarında  trombon, trompet, saksafon gibi muhtelif nefesli çalgılar. Yürüyenlerin dansla ya da mırıldanarak eşlik ettiği bir müzik yayılırken tüylerde ritmik hareketlerle sallanıyor. Bir kilise ayininden çıkmış kalabalık caddeden eklenenlerle büyüyerek yavaş ama eğlenceli bir halde Canal Street yönüne ilerliyor. Kortejin arkasında yavaşlamış trafiğin biriktirdiği araçlardan tek bir ses, tek bir sıkıntı emaresi gelmiyor. Onlar da kalabalığın temposuna uyarak arkadan yavaşça ilerliyorlar.Yanı başımızda kara bir köpek, boynunda yeşil tüylü bir fular.

Bu kent için gece-gündüz, genç-yaşlı, insan-hayvan fark etmiyor. Bu kentte biyolojik saatler her daim eğlenceye kurulu. Eğlence aşığı bir kent NOLA.


Tabii bir de gerçek karnavalda, Mardi Gras’ta görmek lazım.

*NOLA: New Orleans, Lousiana (LA)

 


Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL