Agito ergo sum ! -

Türkiye

20 Eylül 2019

Mamanın Tangosu

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: Evanthia Reboutsika- O Venelos Stis Kanes

 

Bir uçak yolculuğu sırasında, havayolu şirketinin dergisini karıştırırken bir otelin reklamına ayrılmış sayfanın altında iki müzisyenin fotoğrafı dikkatimi çekti birden. Daha önce hiç görmediğim yüzlerin altlarında yatan isimler çok tanıdıktı çünkü. Dergideki suretlerini görmeden çok önce, Gökçeada’da ıssız bir köyün sokaklarını arşınlarken tanışmıştım onlarla.

Fotoğraf çekmek amacıyla Zeytinliköy’ün arka sokaklarında dolanırken içten bir selamlaşmanın ardından geliveren, teklifsiz bir sohbetin ortasında buluvermiştik kendimizi. Bir zamanlar Aya Todori olarak anılan bu köyde doğmuş, sonrasında İstanbul’a göçüp Bomonti bira fabrikasının karşısında bakkallık yapmış; emekli olunca tekrar köyüne dönmüş  Yorgo dayı, karpuz kabuklarıyla dolu torbasını elinden bırakmadan tutkuyla anlatmıştı yaşam öyküsünü.

İlk selamlaşma ve sohbetin ardından Yorgo dayının peşi sıra sürüklenerek şimdilerde oğluyla kızına ait eve varmıştık. Koyunları için hazırlanmış karpuz kabuğu torbasını bir kenara bırakıp zuladaki anahtarla demir bahçe kapısını açarak yol göstermişti. Bir ulu ağacın gölgesi altında, karşıda denize kavuşan bir vadi manzarası ile vakur, mütevazi taş yapı. Bir yanındaki kapı kızının evine açılırken, tadilatı devam eden kapısız ev oğluna aitti dediğine göre. Oğlunun ve kızının hayat maceralarını anlatmıştı şevkle. O sohbetten aklımızda kalan kızı köydeki ana okulunda öğretmendi, oğlu ise müzisyen. Konservatuardan mezundu ve evliydi İzmit’li gelinle: Stelyo ve Pelin.

Aya Todori’nin eski zamanlarını, Rum ortodoks kilisesi ruhani lideri patrik Bartholomeu’nun doğduğu evi, İzmit’li Pelinle İmroz’lu Stelyo’nun müzik serüvenlerini, Yorgo dayının koyunlarını dinlediğimiz sohbetin duraksadığı bir anda “Artık gidelim” deyince heyecanı depreşmiş ve evine kahve içmeye davet etmişti bizi. Tereddütümüzü görünce kaynanasının  evinde yaşadıklarını, “Mama”nın misafirden çok hoşlandığını, bizi görünce sevineceğini söyleyerek ikna etmişti.

Bir kaç sokak ötedeki eve girdiğimizde pencerenin önünde oturan yaşlı kadının gözleri ışıldamıştı sevinçle. Bize yaptığı tezahürat divanda öğle uykusundaki Stella yengeyi de uyandırmıştı ister istemez. Annesinin yüz yaşına girdiğini, gençliğinde çok güzel sesi olduğunu, hatta Atatürk’ün önünde şarkı söylediğini anlatan Stella yengenin fişteklemesiyle hayatımızın en kıymetli dinletilerinden birine tanık olduk. Mama gayet iyi hatırladığı sözleriyle bize bir tango söyleyiverdi:

Neden baktın bana öyle sen?

Bırakıp gittin beni neden?

Stella yengeden mamanın hikayelerini dinledik sonra. Bir kaç yıl önce ameliyat masasında uyutulmayı beklerken, daha önce sadece Yunanca söylediği bir şarkının sözlerini kendisini ameliyat edecek hekime Türkçe aktardığını, “Verdiğin ilaçlar fayda etmedi ama o kara gözlerin canıma deydi doktor” deyişini anlatırken ya da  mamanın Mustafa  Kemal’in önünde şarkı söylediğinden bahsederken yaşlı kadının kendinden bahsedildiğinin farkında olarak araya girip  “Atatürk, büyük adam” diyerek sohbete dahil olma çabası insanın yaşama dair tutkusunun bir kanıtıydı. Misafirliğimizi sona erdirip vedalaşırken elini öpmek istediğimiz yaşlı kadının ellerimize sarılarak öpmeye çalışması, dudaklarından dökülen uğurlama cümleleri farklı bir anlam, bambaşka bir duygu kattı gezimize.

Gökçeada, antik çağdan beri İmroz olarak anılan bir Ege adası. Türk-Yunan hükümetlerinin mübadele uzlaşısında Rum nüfusunun korunmasına karar verilmiş bir ada. Buna rağmen Türkiye’deki siyasi iklimin etkisiyle ada kültürüyle uzaktan yakından ilgisi olmayan şehirlerden, Trabzon, Burdur, Halfeti gibi yörelerden Türk göçmenler yerleştirilmiş adaya, hükümetler tarafından ada mimarisiyle ilgisiz betonarme toplu konutlar dikilmiş ve ada sistematik biçimde kimliksizleştirilmiş zaman içinde. Zeytinliköy’deki Rum ilkokulunun giriş kapısının tam karşısına dikilmiş “Ne mutlu Türküm diyene” yazıtı veya adanın batısındaki Dereköy (Shinodu) girişinde  yükselen betonarme otelin  üzerinde “Çarpışan Türk Konakları” yazılı devasa tabelası, adanın güneyindeki adalet bakanlığı ve sağlık bakanlığı tesisleri İmroz’dan Gökçeada’ya evrilen süreçteki ideolojik birikimin göstergeleri.

İmroz, Semadirek ve Limni ile birlikte Kuzey Ege’de kaviri kültünün en önemli merkezlerinden biri. Kaviri Anadolu kökenli tanrıların yer aldığı bir ana tanrıça inanışı. Kökeni Friglere ve onların ana tanrıçası Kibele’ye dayanıyor. Kibele kültünün Trakya ve civarındaki adalarda Anadolu’dakine çok benzer yansımaları çok çarpıcı.  Kaviri sözcüğünün Frigyada bulunan aynı isimli bir dağdan köken aldığı kaynaklarda yazılı.

Kaviri veya farklı inanışların süreç içerisinde kaynaşmasının iyi bir örneği olarak Yunan mitolojisindeki adıyla Kabeiro, babası Zeus tarafından Olimpos’tan fırlatılıp atıldıktan sonra Limnos’a düşen Hephaistos’un eşi olarak karşımıza çıkar hikayenin bu faslında. Zanaatkarların tanrısı, ateşe hükmeden topal Hephaistos’un karısı olarak Kaberiro’nun gösterilmesi bu adalardaki Miken ve Anadolu kökenli inançlarının etkisini göstermekte. Hikayenin Yunan anakarasındaki biçimleri farklı çünkü. Zaten Herodot tarihinde barbar olarak nitelendirilmiş Anadolu kökenli bir halk olan Pelasgların İmroz’un esas sakinleri olarak tanımlanmış olması da bu adalarda Anadolu etkisine bir kanıt.

Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak devletlerince Gelibolu yarımadasının işgali açısından önemli bir sevkiyat noktası olarak kullanılan ada en ünlü savaş şiirlerinden birisinin yazılmasına vesile olmuş. İngiliz deniz kuvvetlerinde binbaşı olarak görev yapan Patrick Shaw-Stewart adada geçirdiği günlerde yazmış “Siperdeki Aşil” şiirini.  İçinde bulunduğu savaşı Troya savaşına benzeterek kaleme aldığı dizelerde 

O kadar zor muydu Aşil

Ölmek zor muydu o kadar

diye soran şairin hayatı   Fransa cephesinde son bulmuş savaş bitmeden aylar önce.

Adaya ulaşım Çanakkale’den veya Gelibolu Kabatepe’den  kalkan feribotlarla sağlanıyor. Feribotlar adanın kuzeydoğusundaki Kuzulimanı olarak bilinen sahildeki limana yanaşıyorlar. Bu liman 1970′li yıllarda yapılmış. Öncesinde adanın tek ulaşım noktası olarak kullanılan Kaleköy (Kastro) bu gün adanın önemli bir çekim merkezi. Gökçeada’da deniz kıyısındaki başlıca yerleşim yeri olması yanında göz alıcı bir gün batımı manzarasına sahip olması da cabası. Ege denizinin engin maviliğinde ufukta yükselen Semadirek (Samonthraki) adası manzarayı tamamlıyor. Semadirek manzarası daha yükseklerde kurulu Eski Bademli (Gliki) ve Tepeköy (Agridya)’den de izlenebiliyor.

Gökçeada, Türkiye’nin en büyük adası olması yanında ilk ve tek su altı milli parkına sahip olmasıyla ayrıcalıklı. Saroz körfezinden başlayarak Gökçeada önlerinde uzanan fay hattı su altı yaşamını zenginleştiren bir yarık oluşturmuş. Kaleköyden çıkıp Kaşkaval burnu ya da peynir kayalıklarının önünden Yıldız koyuna uzanan bir hat boyunca balık  türlerini, mercanları gözlemlemek olası.

Adanın güneyindeki Aydıncık (Kefalos) kumsalı yakınında yer alan ve sulak mevsimde kuşlara ev sahipliği yapan lagün yaz aylarında suları çekilince bir tuz gölü kalıntısı haline geliyor. Yüzeyi kaplayan beyaz tuz tabakasının altında bulunan kapkara çamur ise ziyaretçilerin gözdesi. Zengin mineral içeriğiyle deri ve eklem hastalıklarına iyi geldiğine inanılan çamurla sıvanmış bedenler bir süre sonra denizde yıkanarak arındırılıyor.

Gökçeada’da zaman geçirilecek, gezilecek çok yer var. Bir yerleri gezmek, başka coğrafyaları görmek güzel elbette, ama gidilen yerler insanlarıyla, o insanların hikayeleriyle değer kazanıyor.

İmroz-Gökçeada artık bizim için  Yorgo dayı, Stella yenge ve mamayla özdeş bir yer. Ne zaman bu güzel adayı hatırlasak kulaklarımızdan mamanın ezgileri ve bizi uğurlarken  o tatlı Rum şivesiyle defalarca tekrarladığı o bilgece sözleri eksik olmayacak:

Sen de adam, ben de adam… kardeşiz

 

 

 

  1. İnsanın olduğu gezi yazıları bir başka oluyor, okuyunca sadece gitmek değil biraz da kalmak istedim. Teşekkürler

    Comment by Kaan Günal — 22 Eylül 2019 @ 16:07
  2. Galiba insan oykuleri olan gezi yazilarini tarih bilgileri olandan cok seviyorum. Yazını cok begendim iyi geldi ruhuma :)

    Comment by Dilek — 22 Eylül 2019 @ 17:38

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL