Agito ergo sum ! -

Avrupa

05 Eylül 2017

Galilei’nin Kürsüsü

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: John Downland-Lachrimae

Lavta: Christopher Morrongiello

Ülkenin pek çok gözde kenti varken fazlaca üne sahip olmayan bu kente öncelik vermemiz bilinçli bir tercihti. Mestre istasyonundan Venedik’e akan turist kalabalığının tersi istikamette, trenle 15-20 dakikalık kısa bir yolculuktan sonra vardığımız Padova günümüzde sakin bir taşra kasabası gibi görünse de hem tarihiyle, hem de yaşadığımız coğrafya ile şaşırtıcı bağlantısı nedeniyle önemli bir yer.

Strabon’un metinlerinde  sınırlarının iki nehir, Parthenenius (Bartın çayı) ile Halys (Kızılırmak) tarafından çizildiği yazılı olan Paflagonya, eski zamanlarda doğusu Pontus diyarı; batısı Bitinya ülkesi ile çevrili Anadolu toprakları; günümüzde Bartın, Amasra, Kurucaşile ve Cide’den oluşan bölge. Enetler olarak anılan bölge halkı ise aslen Truvalı bir kavim.  Antik çağın dillere destan çarpışmasında, Truva savaşında hemşehrilerinin yanında saf tutmuşlar ve hayatları pahasına girdikleri bu mücadelede yenik düşmüşler. Savaş sonrasında sağ kalanlardan bir kısmı geri dönmemiş anayurtlarına, başka diyarlara göç etmişler. İşte  Truva savaşının Paflagonyalı mağlupları tarafından kurulmuş Padova ve Kuzey İtalya’daki en eski kent  olarak ünlenmiş. Augustus döneminde başkent Roma’dan sonra en varsıl kentiymiş imparatorluğun. 5.yüzyılda Roma topraklarının, barbarların istilasına uğramasıyla o zamanki adı Patavium olan kent de Batı Roma topraklarının kaderinden nasibini almış ister istemez. M.S. 450′de Attila liderliğindeki Hunlar yağmalamış kenti, sonra Gotlar almış kontrolü ele. 7.yüzyıl başında Lombardiyalılar tarafından ablukaya alınan şehir 12 yıllık bir kuşatmanın ardından düşünce yakılıp yıkılmış. Bu nedenle Roma uygarlığına dair pek bir şey kalmamış Padova’da günümüze miras.

Padova hristiyanlık açısından dinsel öneme sahip bir kent. Fransisken mezhebinin kurucusu Aziz Francis‘ten sonra bu mezhebin en önemli ve en sevilen kişisi olan Aziz Anthony anısına yapılmış San Antonio katedrali de hristiyan hacılar için bir çekim merkezi. Geniş bir araziyi 1300 yılında satın alan tefeci Enrico Scrovegni‘nin  saray yavrusu bir malikane inşa ettirip bitişiğine kondurduğu Scrovegni Şapeli ise Floransalı ressam Giotto‘nun incil temalı freskleriyle ünlenmiş.

Günümüzde tefecinin sarayının yerinde yeller esse de, arazinin geçmişte bir Roma arenasına bitişik olması nedeniyle Arena Şapeli olarak da bilinen yapı dimdik ayakta. Roma arenasının yerinde ise bu gün Avrupa’nın en büyük meydanlarından biri, İtalya’da ise en büyük kent meydanı olan Prato della Valle yer alıyor. Bataklık olduğu zamanlarda, uzlaşma ve uyum tanrıçası Concordia için bir tapınak ile başlangıçların, geçişlerin ve bitişlerin tanrısı  Janus‘a tapınma için bir arenanın bulunduğu meydan idam cezalarının infazı için kullanılmış Roma döneminde. Günümüz Gregoryan takviminin ilk ayına ismini veren Janus, aynı anda geleceği ve geçmişi gören, kapıların ve eşiklerin bekçisi olan bir tanrı olarak bir baş üzerinde iki ayrı yüz taşıyan heykelleriyle tasvir edilirmiş. Eskiden Janus ve diğer Roma tanrılarının heykelleriyle süslü meydanda bu gün Galilei, Petrarca gibi bilim ve düşün insanlarının, azizlerin, yöneticilerin, ruhani liderlerin heykelleri dizili. 1775 yılında altı haftalık çalışmayla oluşturulan bir kanalla çevrili bir adacık bulunuyor artık meydanın orta yerinde.  Otuz sekiz tanesi iç halkada, kırk tanesi dış halkada olmak üzere kanalın iki yanında sıralanmış, 78 heykel süslüyor 90 bin metre karelik meydanı.

Roma uyum ve uzlaşma tanrıçası Concordia epey iz bırakmış olmalı ki kent hafızasında, ortaçağda da devam etmiş etkisi. Yılda bir kez meydana Aşk Kalesi olarak anılan bir ahşap yapı dikilip süslenirmiş göz alıcı biçimde. Altın ve değerli taşlarla süslü zırhlar ve miğferlerle donanmış, soylu ailelerden bekar genç kızların parfüm, değerli takı, çiçek ve meyvelerle yüklü genç erkeklerin saldırısına karşı kaleyi savundukları ve her birinin illaki yenik düşerek müstakbel kocasıyla el ele ayrıldığı şenliğin ardından kale yıkılıp tekrar çamur tarlası olurmuş Prato della Valle. Cumartesileri yiyecek  ve çaput pazarı kurulan meydan hem gezginlerin hem de sakinlerinin gözdesi günümüzde.

Şehrin edebiyat ile ilişkisi de kayda değer. Dante’nin sürgün güzergahındaki duraklarından biri olmuş Padova. Kilise karşıtı tutumuyla papanın öfkesini çeken ve bu nedenle Floransa’dan sürülen yazarın bu kentte ne kadar kaldığı ve neler yaptığı aşikar olmasa da sürgün yıllarında bir kısmını bu kentte yazdığı ve Venedik yolunda sıtmadan ölmeden ancak kısa bir önce tamamladığı İlahi Komedya’ya Padova şehrinin epeyce bir şeyler katmış olması kuvvetle muhtemel.

William Shakespeare, oyun içinde bir oyun olarak kurgulanmış ve dilimize “Hırçın Kız” olarak çevrilen, başına buyruk -özgür- bir kadının uygun bir eş haline getirilmek üzere “ehlileştirilmesini”  ele aldığı oyununda mekan olarak seçmiş bu kadim kenti. Zeffirelli’nin bu oyundan uyarlanmış ve Elizabet Taylor’un hırçın kızı, Richard Burton’un kaba saba kocayı canlandırdığı 1967 yapımı filmi ise tümüyle Roma’da bir stüdyoda çekildiği için hiç bir sahnesinde Padova’ya dair tek bir görüntü yer almamış maalesef.

Padova’da görülmeye değer tüm yapılar eski kent merkezinde ve yürüme mesafesinde. Kuzeyde Brenta nehri ile güneyde Bacchiglione nehri arasında kurulmuş olan eski şehir anakaradan liman bölgesi Venedik’e uzanan  taşıma faaliyetleri ve dolayısıyla ticaret için önemli bir nirengi noktası olmuş. Bir su ve kanallar şehri olarak Venedik’ten çok önce gondollarıyla ünlenmiş.

Tüm bunların yanında kente önem kazandıran başka bir özelliği daha var. Padova, bilim alanında pek çok öncü isme ev sahipliği yapan üniversitesiyle, bir akademi başkenti olmuş tarihte. 1222 yılında kurulan Padova Üniversitesi özellikle çağdaş tıp biliminin gelişiminde önemli bir rol üstlenmiş. Esasen astronomi alanındaki çalışmalarıyla bilinen Kopernik bile tıp eğitimi almak üzere Padova üniversitesine gelmiş ve öteden beri üzerinde çalıştığı gök bilim teorilerini bu kentte yaşarken olgunlaştırmış. Çağdaş anatominin temelleri ise bu üniversitede Flemenk hekim Andreas Vesalius tarafından atılmış. Karısını bıçakla doğradığı için kafası kesilerek ölüme mahkum edilen Jakob Karrer von Gebweiler isimli bir suçlunun idamından sonra, arta kalanları İsviçre’den getirterek burada ayrıntılı bir anatomik inceleme yapan Vesalius, daha sonra nam-ı diğer Basel canisinin kemiklerini bütün bir iskelet haline getirerek hali hazırda İsviçre’de, Basel üniversitesinde sergilenen, bilinen en eski anatomik modelin de yaratıcısı olmuş. 16.yüzyılın sonlarına doğru, embryoloji biliminin de öncülü olarak kabul edilen Hieronymus Fabricius‘un özgün tasarımının bir ürünü olarak Padova üniversitesinde kullanıma giren anatomik amfi tiyatro ile üniversite anatomi eğitiminin en önemli merkezi haline gelmiş. İnsan bedenine ve fizyolojisine ilişkin pek çok bilginin temeli o zamanlar bu üniversitede yürütülen araştırmalarla atılmış ve günümüz tıp terminolojisinde yer alan pek çok terim buradaki araştırıcıların isimlerine yapılan atıflarla adlandırılmış.

Exercitatio Anatomica de Motu Cordis et Sanguinis in Animalibus (Canlılarda Kalbin ve Kanın Hareketi Üzerine Anatomik İnceleme) isimli kitabıyla  kalp ve dolaşım fizyolojisini tanımlayarak pek çok tıp alanına ufuk açan İngiliz hekim William Harvey‘in başarısında en önemli etken Padova üniversitesinde aldığı tıp eğitimi ve Fabricus‘tan aldığı anatomi dersleri olmuş kaçınılmaz olarak.

17. yüzyılda ise bir başka bilim insanının çalışmaları damga vurmuş Padova üniversitesine. Bilim hayatına Pisa’da başlayan Galileo  Galilei babasının ölümünün ardından taşındığı Padova’da bir yandan matematik dersleri vermiş bir yandan da fizik ve astronomi konusunda araştırmalarını sürdürmüş 18 yıl boyunca.

Bilime karşı hurafelerin yüceltildiği, gericiliğin gemi azıya aldığı, çatışma ve savaşların bunalttığı günümüz dünyasında, tarihi üniversite binasında dört yüz yıl önce Galile’nin ders anlattığı o eski, ahşap kürsüyü tavaf etmek; Fabricius tarafından yukarıdan aşağıya inen bir spiral koridor olarak tasarlanmış anatomik amfi tiyatronun ahşap korkuluklarından  dikilip aşağıdaki masada bir kadavra üzerinde çalışanları hayal etmek; sergi salonlarında o çağa ait tıp araç gereçlerini seyretmek; tarihi toplantı odasının duvarlarında bir dönem bu üniversitede bulunmuş ve bilim dünyasına damga vurmuş insanlarla yağlı boya portrelerinde de olsa göz göze gelebilmek insanlığın ne olursa olsun, bilimin ışığında ilerlemesinin durdurulamadığını anımsatan paha biçilemez bir deneyim. Hele de  bilimin ışığını karartmaya çabalayanların, evrimi yok saymaya gayret edenlerin, eğitimi dinselleştirmeye cevaz verenlerin şimdilerde rağbet gördüğü bir Anadolu coğrafyasında yaşamış insanların başka bir coğrafyada kurduğu ışıklı bir kenti gezmek, o da ayrı bir tecrübe.

O güzel insanlar tüm ışıklarını alıp öylece, oralara mı gittiler diye düşünmeden edemiyor insan ister istemez.

 

 


  1. “Padova’da Giotto’nun fresklerini gördüğümde, önümde İsa’nın yaşamından hangi sahnenin durduğunu anlamak gibi bir endişem olmadı.”
    H. Matisse

    Comment by Anonim — 07 Eylül 2017 @ 09:07
  2. “Padova’da Giotto’nun fresklerini gördüğümde, önümde İsa’nın yaşamından hangi sahnenin durduğunu anlamak gibi bir endişem olmadı.”
    H. Matisse

    Comment by Tufan — 07 Eylül 2017 @ 09:09

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL