Agito ergo sum ! -

Avrupa

23 Mart 2011

Dali’nin “İncir Ağaçları”

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Barcelona’dan kiraladığımız araç ile iki saatlik bir yolculuğun ardından vardığımız Figueres,  pazar sabahının bildik sakinliği  ile karşıladı bizleri. Hedef Figueres’ı keşfetmek olmadığı için doğrudan Dali müzesinin yolunu tuttuk. Sıradan, kendi halinde bir kasaba görünümünde olan Figueres sokaklarında yürüyüp ilerlerken bir sokağı dönünce çıktığımız küçük meydanda her şeyiyle aykırı bir bina çıktı karşımıza.

 

Tepesindeki bir sıra kocaman yumurtaların beyazıyla tezat kıpkırmızı duvar üzerindeki onlarca ekmek somunu gerçeküstü bir dünyaya adım attığımızı  fazlasıyla hissettirdi hepimize ilk bakışta. Duvarın etrafını dolaşıp binanın ana avlusuna geldiğimizde ise ortada yumurta kafalı bir şövalye ile balkonda dikilen bir dalgıç karşıladı bizleri.


 

Salvador Dali’nin doğum yeri olan Figueres bir Katalan kasabası. Figaras şeklinde telaffuz ediliyor ve “incir ağaçları” anlamına geliyor. İspanya iç savaşının ardından bir yangın yeri olan Figueres tiyatrosunun onarılarak müze yapılması planlandığında  dönemin Belediye başkanı Ramon Guardiola, dünyaca üne sahip Dali’den yangın artığı binanın müzeye dönüştürülmesi için destek ister, belki bir kaç parça eser gönderir düşüncesiyle. Fakat Dali müthiş bir heyecanla işi  sahiplenir. 1960′ta müzenin onarımına başlanıp 1974′de yapımı tamamlanan müze açıldıktan sonra da Dali müzeye birşeyler eklemeye devam eder.

 

Bir kaç yıl önce ülkemizde epeyce ilgi gören bir Dali sergisi gerçekleştirilmişti. Bir çok sanatçı için böylesi gezgin sergiler uygundur belki ama taşıma tabloyla Dali sergisi olmazmış, Teatre-Museu Dali ‘ye girince anladık. Çünkü bu yapı, sıradan bir müzenin ötesinde  (Dali’nin ifadesiyle)   “devasa  bir gerçeküstü nesne”.


 

Çalkantılı yaşamı, politik gelgitleriyle tartışmalı bir kişilik olan Salvador Dali’nin müthiş bir zekayla kurguladığı bu müze sadece resim sanatı açısından değil bir dehanın yaratıcılığı açısından da çarpıcıydı. Ana salonda bir nişte asılı düzensiz bir mozaik görünümündeki Abraham Lincoln portresinde, resme farklı bir uzaklıktan baktığımızda, denize bakan çıplak bir kadının sırtına baktığımızı farketmek çok şaşırtıcıydı. Dali’nin, eşi Gala’nın  çıplak bedenini gizlediği Lincoln portresi, o salonda bulunan herkes için Salvador Dali’nin  sıradışı kişiliği konusunda uyarıcı bir simgeydi aslında. Müzeyi gezdikçe Salvador Dali’nin tutkularını, tutsaklıklarını, tutarsızlıklarını farketmek mümkün her bölümde.

 

 

 

Mae West’ten çok etkilendiği bilinen sanatçının bu oyuncu hanıma adadığı salona girdiğimizde bir şöminenin iki yanına asılmış benzer iki tablo ile kırmızı bir koltuk görüyoruz önce. Sonra salonda bekleyen uzun kuyruğa eklenip merdivenleri çıkınca, kürsünün önünde duran kocaman mercekte göz alıcı kırmızı dudaklarıyla sarışın bir afetin hayali beliriyor.

Bir başka salonda karşımızda duran renk cümbüşü bir tabloya doksan derecelik dik bir açıyla yaklaştığımızda bir gözümüz başka diğer gözümüz bambaşka bir manzaraya tanıklık ediyor. Çünkü Dali’nin resmine dik olarak yerleştirdiği aynalar iki yanda farklı görüntüler sunuyor izleyicilerine. Yalnızca gözalıcı resim tekniğiyle şaşırtmıyor Dali, optik yanılsamalar da işinin önemli bir parçası.

Müzenin balkonunda duran dalgıç giysisinin ilginç bir öyküsü var:

Bir sergi veya gösteri sırasında Dali ortama bu dalgıç giysisiyle arz-ı endam eder, fakat giysinin içinde yeterli soluk  alamadığından ciddi bir solunum sıkıntısı başgösterir. Dali ellerini kollarını sallayarak ve ne olduğu anlaşılamayan sesler çıkartarak yardım isterken çevredekiler olan biteni Dali’nin her zamanki sıradışı gösterilerinden birine tanık olduklarını zannederek  kıpırdamadan izlerler. Sonunda bir terslik olduğunu anlayan biri müdahale eder de Dali’yi kurtarır.

Dış avluda bulunan yumurta kafalı şövalyenin ise Dali’nin çok etkilendiği Katalan yazar ve düşünür Frances Pujols için yaptığı bir anıt olduğunu öğrendik sonradan.

İç avlunun ortasında eski model, siyah bir Cadillac, kaputun üzerinde bronzdan dev bir kadın heykeli. Beden yapısı ile bir ana tanrıçayı çağrıştırsa da başındaki miğfer  ve duruşu bir savaşçıyla karşı karşıya olduğumuz izlenimini veriyor. Otomobilin arkasında yükselen garip sütunun tepesinde   sarı bir kayık var. Kayığın altında ise   neredeyse düşecek gibi sarkan iri mavi damlalar.

 

Dali’nin “Cadillac plujós (Yağmurlu Cadillac) adını verdiği bu heykele yaklaşınca otomobilin içinde oturan bir kadın ve erkek göze çarpıyor. Alt tarafta bulunan deliğe bozuk para atınca ise önce bir opera ezgisi duyuluyor  sonra yağmur başlıyor otomobilin içinde , iki sevgilinin üzerine.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Sürrealizmin en büyük yapıtı olan bu müze bitti derken bitişik bir girişten başka  bir müzeye geçiyoruz: “Dalí-Jewels”.

 


 

 

 

 

 

 

 

 

Bu müzede de Salvador Dali’nin altın, inci ve değerli taşlardan yarattığı  nesneler sergileniyor. Sadece hoş takılar değil bunlar, herbiri gözalıcı tasarım harikaları.

 

 

En sonunda Figueres sokaklarına atılmış sandalyelerde “Sangria”larımızı yudumlayarak tamamlıyoruz günü,  ”gerçeküstü” bir maceradan çıkmanın esrikliğiyle.

  1. Yüce seni yürekten tebrik ediyorum.
    Birkaç gezi yazısından sonra,hepsini bir başucu kitabında toplamanı önerebilirim.
    Babam benzer bir yaklaşımla 3.kitabını çıkardı.
    Erhan

    Comment by Erhan Özer — 11 Nisan 2011 @ 07:52
  2. Yüce yazı yazma konusunda herkeste bir yeteneğin olacağı düşünülür,ama çoğu kişi bu yeteneğikullanmayı beceremez.Gerçekten akıcı ve şiirsel bir dil var kutlarım dahaçok yazmanı rica ediyorum.
    ali

    Comment by ali ağzıtemiz — 11 Nisan 2011 @ 15:06
  3. tekrar merhaba
    Hakikaten yazılı anlatımın iyi bir rehber eşliğinde bu müzeyi bize dolaştığımı hissettirdi. Aklıma İzmir de yaptığımız Efes gezisi geldi. Dersini iyi çalışınca geziler bir başka güzel oluyor, Eline ve deklaşşörüne sağlık. Ben ce de ileride bir kitap düşünmelisin.
    Hakan

    Comment by hakan hoz — 22 Nisan 2011 @ 11:17
  4. Bana gönderdiğin her ‘AGITO ERGO SUM’ sayfasındaki yazının sana ait olduğunu yorumlara bakarak anladığım için kendimden utandım. Hoş sohbet arkadaşım kaleminin de sohbetin kadar güzel olduğunu bilmek beni çok mutlu etti

    Comment by veysel bakışgan — 28 Nisan 2011 @ 14:53

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL