Agito ergo sum ! -

Avrupa

31 Mayıs 2012

Grotta Gigante…Miramare…vesaire: Trieste

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan


Müzik: Şeytanın Teranesi -Il Trillo del Diavolo

(Beste: Giuseppe Tartini/Keman: Itzhak Perlman)

Yarı karanlık dehlizde ilerledikçe adım adım uzaklaşıyorduk kavurucu yaz sıcağından. Gözlerimiz loş ışığa alıştığında aşağıya inen basamakların başında, “koca deliktüm görkemiyle karşımızdaydı.

Kenti su kaynaklarına kavuşturmak için yapılan bir araştırma sırasında, ilk kez 1840 yılında varlığının farkına varılan bu mağara, alışılagelmiş mağaralardan farklı kocaman tek bir galeri.

1908′de ilk ziyarete açıldığında 4000 mum ile aydınlatılan mağara o günden bu yana karanlığın ve ışığın etkileyici birlikteliğiyle ağırlamakta konuklarını.  Bir zamanlar dünyanın en büyük gezi mağarası olarak tescillenen Grotta Gigante, her şeyin en büyüğüne sahip olma iddiasındaki yeni dünyadan gelen keşiflerle bu ünvanını yitirmiş olsa da eski dünyanın en büyük mağarası olarak mağrur ve ayakta. Yüzlerce basamak inerek ulaştığımız ana galeri 100 metreye varan yüksekliği, 76 metrelik genişliği ve 130 metrelik uzunluğuyla muhteşem bir yeraltı manzarası sunuyor.

İnsanın yeryüzündeki varlığının hiçliği, küçümenliği daha iyi algılanıyor gün ışığının girmediği bu koca delikte. Yapay aydınlatmanın etkisiyle gölgeler arasında varlığı belirginleşen sarkıtlar, dikitler ve bilumum yeraltı şekilleri tarifi güç bir duyguya sevkediyor insanı.

Tavandan zemine uzanan beyaz, iki yapay sütün  devasa bir sismografın parçalarıymış. Ayın denizler üzerindeki med cezir etkisinin yer kabuğunu da etkilediğini, ancak yerküredeki gelgitlerin ölçümünün çok zor olduğunu, ısı ve yükseklik açısından uygunluğu nedeniyle seçilen bu mağaranın jeodezi açısından da önemli bir merkez olduğunu bu vesileyle öğrendik.

Mağaradan çıkınca az ilerideki duraktan geçen belediye otobüsüyle kent merkezine doğrudan ve hızlıca ulaşmak mümkün olsa da aksi istikamette bir kaç durak gidip Slovenya sınırındaki Villa Opicina’dan hareket eden tramvay ile yolculuk yapmak çok daha keyifli. Epeyce yüksek bir tepeden aşağıya, teleferik tramvay arası bir düzenekle ağır ağır ilerleyen bu eski tahta vagonun pencerelerinden etramızı saran yeşilliklerin arasında  göz kırpar gibi bir görünüp bir kaybolan masmavi Trieste körfezinin seyrine doyum olmuyor. Büyük kentlerde bir yerden bir yere ulaşmak için habire daha hızlı bir yol veya araç peşindeyken burada yavaşı daha yavaş kılmanın yolunu arıyor insan.

İmparatorluğun nadir kıyı yerleşimlerinden biri olması sebebiyle Avusturya-Macaristan’ın çok önemli bir liman kenti olan Trieste Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İtalya’ya bağlanınca önemini ciddi biçimde yitirmiş,  nispeten önemsiz bir sınır kenti oluvermiş. Oysa eski günlerinde Viyana, Budapeşte, Prag gibi imparatorluğun gözde kentlerinden, edebiyat ve müzik için çağın önemli merkezlerinden biriymiş.

Her dilde farklı bir tınıyla seslendiriliyor kentin ismi. İtalyanlar Trieste derlerken, Slovenler ve Hırvatlar Trst, Almanlar Triest olarak adlandırıyorlar bu coğrafyayı. Birinci dünya savaşı sonrası İtalya’da yükselen faşist eğilim nüfusun dörtte birini oluşturan Sloven halka kötü günler yaşatmış. Slovence’nin kullanılması yasaklanmış, Slovenlerin işlettiği dükkanlar yakılıp yıkılmış, Sloven adları ve soyadları değiştirilip İtalyanca’ya “uygun” hale getirilmiş faşizmin bildik kötücül milliyetçiliğiyle.

İkinci dünya savaşı yıllarında İtalyan faşistlerinin yerini naziler almış, Hitler Almanya’sının işgal günleri başlamış bu bahtsız şehirde. Nazilerin İtalya topraklarındaki tek toplama kampına da ev sahipliği yapmış kent o dönem. Yahudiler, Yugoslavlar ve anti-faşist İtalyanlar üçbin kurban vermiş Risiera toplama kampında ama, 1945  bir mayısında Yugoslav partizanları kentin büyük kısmını ele geçirmeyi başarmış. 1947′de Paris Barış antlaşmasının ardından  Birleşmiş Milletler Serbest Bölgesi olarak otonomi kazanmış Trieste bir süreliğine, fakat sonrasında da sancıları dinmemiş. Yarısı İtalya’ da yarısı Yugoslavya’da kalacak şekilde ikiye bölünmüş 1954′de. Zor zahmet, ancak 1975 yılında kesinleşebilmiş  Trieste’nin İtalyan kimliğini çizen sınırlar. Bu ağır tarihi miras nedeniyle olsa gerek, günümüzün klasik İtalyan kentlerinden farklı, kozmopolit bir havası var. Ve belki de bu yüzden kentin başlıca meydanına Piazza Unita d’Italia yani “İtalya’nın Birliği” adının verilmesi.

Limanın kıyısındaki merkez istasyonun önünden bindiğimiz belediye otobüsü hafta içi olmasına  ve yönü kent dışına doğru olmasına rağmen hınca hınç kalabalıktı.  Yaşları ve görünümleri itibariyle emekli ve ev hanımı olduğu anlaşılan insan kalabalığı önlerinde plaj sandalyeleri, yanlarında piknik sepetleriyle sabahın erken saatlerinde doldurmuştu otobüsü. Üç beş durak sonra birer ikişer inmeye başlayan kalabalık yolun yanıbaşında uzanan halk plajlarına yöneldi. Gerçi bu kıyı şeridine plaj demek pek doğru değil, çünkü  üzeri düzleştirilmiş kayalıklardan denize inen merdivenler, ara ara yerleştirilmiş duşlar ve soyunma kabinleriydi yol boyunca uzanan. Üstelik beş para ödemeden, herkesin kullanımına açık; kimbilir sosyalizm günlerinden kalma bir alışkanlık  belki, ne bir “beach club” tabelası , ne  de bilet kesen bir görevli.

Otobüsün son durağı bir sayfiye kasabası: Grignano. Denize nazır balık lokantaları,  yat limanı ve kocaman bir yeşilliğin içinde  ”denizin gözü“: Miramare.

Adriyatik’in masmavi  sularına uzanan bu görkemli  yapı imparator Franz Joseph’in kardeşi arşidük Ferdinand Maximilian’ın kendisi ve eşi Charlotte için yaptırdığı bir saray. Yapımına bizzat nezaret ettiği bu mekanın keyfini sürebildiği söylenemez pek. Fransa ve İspanya’nın, Amerikan iç savaşını fırsat bilip yeni dünyada söz sahibi olma planları yaptığı sıralarda 3.Napolyon ile 2.İsabel’in desteklediği Meksika’lı monarşi yanlılarının kendisine sunduğu imparatorluk teklifini bu sarayda kabul ederek Meksika imparatoru olmuş Maximillian. Gösterişli bir törenle edindiği imparatorluk tacını ise üç yıl sonra  Meksika’da cumhuriyetçilerin elinde bırakmış, hayatıyla birlikte. Rivayete göre teklifi kabul etmesinde imparator olmanın dayanılmaz çekiciliği kadar Brezilya yağmur ormanlarını keşfetme arzusu da etkili olmuş. Çünkü arşidükün gençlik yıllarında edindiği botanik merakı pek meşhurmuş. O yüzden zamanında kayalıkların ve çıplak toprakların yer aldığı alanda  çeşit çeşit ağaçları ve bitkileri ve çiçekleriyle görkemli bir bahçe ve yemyeşil bir park yer alıyor günümüzde.

Bir zamanlar Maximillian’ın at gezintileri yaptığı patikalarda yürüyüp fıskiyeli küçük havuzların, çiçek tarhlarının yanı başındaki  dinlenme alanlarında soluklanan ziyaretçilere katıldık önce, sonra günümüzde deniz canlıları için doğal koruma alanı ilan edilmiş suların kıyısında oturup denizde bir güruh halinde dolaşan  balık sürülerini izledik. Bir uçtan bir uca yürüyerek dolaştığımız bu parktan çıkınca kent sakinlerinin yaptığı gibi deniz kenarındaki kayalıklarda aldık soluğu. Trieste körfezinin serin sularında attık  yorgunluğumuzu onlar gibi.

Seyahat acenteleri, tur katılımcıları için popüler bir güzergah olmasa da gezginler için keyifli bir kent Trieste.

Kendine özgü kimliğiyle biraz Akdenizli, biraz Balkan.  Bir dönem bu kentte sessiz sedasız İngilizce öğretmenliği yapan James Joyce gibi kimileri içinse bir inziva noktası.

Deniz kıyısı bir kentin en önemli avantajını bol bol kullanabileceğiniz bir şehir. Dar sokaklarında aylak aylak dolaşıp kaybolmak önce, sonra denize kavuşup yolunu buluvermek yeniden.

Akşam ufukta ufalıp yok olan  kızıl yuvarlağın karşısında oturup masanın başına, Akdenizin o bildik esintisiyle ürperince yaz sıcağında; çok tanıdık bir kentte, pek aşina bir gün batımındaymış gibi keyfini sürebilirsiniz kerahat vaktinin.




 

  1. Eline saglik.

    Comment by levent — 31 Mayıs 2012 @ 22:18
  2. Güzel bir yazı, eline sağlık devamını bekleriz.

    Comment by Cüneyt — 01 Haziran 2012 @ 07:48
  3. Emeğine sağlık, güzel, akıcı bir yazı olmuş.

    Comment by Nezaket — 03 Haziran 2012 @ 06:11
  4. yazıyı okudukça çıkım gidesim geldi helede saray ve günbatımını gördükçe
    ellerine sağlık

    Comment by fatihsun — 05 Haziran 2012 @ 19:30

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL