Agito ergo sum ! -

Avrupa

06 Ocak 2012

Muhafızlar, Ejderhalar, Efsaneler.

Yazı ve Fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: Steven Reineke- “Pilatus : Ejderhalar Dağı”

 

Karşımızdaki taş kütlesinde  yaralı bir arslanın can çekişmesine odaklanırken önündeki küçük gölle görsel bir uyum sergileyen bu heykelin aslında bir karşı devrimcilik anıtı olduğunu öğrenmek garipti.

Bu gün Vatikan’ın turistik simgesi olarak bildiğimiz İsviçre’li Muhafızlar,  Avrupa tarihinin en kayda değer paralı askerleriymiş oysa bir zamanlar. Fransız Devrimi sürecinde, isyancılara karşı 16. Lois ‘yi korumak için mücadele etmiş bu askerler, ne kralın ne de kendilerinin yaşamını kurtarmayı başarabilmişler. Tarihe 10  Ağustos (1792) Ayaklanması olarak geçen bu toplumsal hareket esnasında  900 muhafızın altıyüzü can vermiş yabancı topraklarda. Sağ kalanların bir kısmı tutuklanmış ve hapishane yolunda öfkeli kalabalığın gazabına uğramış, bir kısmı ise kılık değiştirerek kaçmayı başarabilmiş ancak. Şimdi Luzern’e gelenlerin ilk uğrak yeri, karşı devrimin paralı askerlerini kutsamak için dikilmiş bu yaralı arslan anıtı.

İsviçre için taşra sayılabilecek küçük bir kasaba  olsa da varsıl bir kent görünümü çiziyor Luzern. Bir tarafında uzanan aynı adlı göl, diğer tarafında yamaçlarına yaslandığı Alpler’in varlığı karşıt renklerden oluşan canlı bir görüntü oluşturuyor.

Kentin ortasından akan Reuss nehrinin üzerindeki 14.yüzyıldan kalma Şapel Köprüsü (Kapellbrücke) 204 m uzunluğundaki kıvrılıp bükülen yapısıyla uzun bir koridor gibi. Üzerinin ahşap kaplı olması ve sadece yaya geçişi için kullanılması veriyor bu hissi. Adını kıyıda bulunan Aziz Peter şapelinden alıyor. Zamanında hapis ve işkence amacıyla kullanılmış sekizgen bir kule (Wasserturm) köprünün ortasında dikiliyor mağrurca. Luzern’in 1333 yılındaki tahkimatı sırasında  yapılmış bu köprü 1993 yılında bir yangına maruz kalmış. Köprünün iç yüzeyini süsleyen rengarenk ahşap boyamalar, bu yangında ciddi hasar görmüş maalesef; esası 150 kadar olan bu eserlerden onarılabilmiş 30 tanesi kalmış ancak köprüde bugün. Tahta çatının oluşturduğu üçgen alınlıklardaki resimler 17 yüzyılda yapılmış. Bir Avrupa iç savaşı olarak nitelendirilebilecek, Osmanlı imparatorluğunun da protestanları destekleyerek bir kıyısından dahil olduğu “Otuz Yıl Savaşı”nda (1618-1648), katolik birliğinin protestanları yenilgiye uğratmasından sonra Papa ııı.Paul tarafından yaratılan anti-reformist havanın etkisiyle, Luzern’in katolik tarihini ve efsanelerini resmetmiş Hans Heinrich Wägmann bu renkli panolarda.

Luzern’in yamaçlarında kurulu bir teleferik istasyonundan Pilatus dağına ulaşılıyor.  Pilatus efsanelerle beslenen bir dağ.  Üzeri (bulutlarla) kaplı anlamına gelen Latince Pileatus sözcüğüyle ses benzeşmesine rağmen dağa adını verenin, Roma İmparatorluğu’nun devlet adamı Pontius Pilatus olduğuna inanılmakta. Pontius Pilatus, İsa’nın çarmıha gerilmesi emrini veren Kudüs valisi olarak geçmiş tarihe. Pilatus karısının İsa’yı acı çeker halde gördüğü rüyasının etkisinde kalarak  İsa’yı mahkum etmekten ve kanını akıtmaktan başta kaçınmış fakat Yahudi cemaatinin önde gelenlerinin ısrarına dayanamayarak sonunda çarmıha germe emrini vermiş. Akıbeti konusunda rivayet muhtelif. Kimilerine göre imparator tarafından öldürtülüp Tiber nehrine fırlatılan cesedi nehirde bitip tükenmeyen fırtınalara yol açınca bir lanet söylentisi yayılır etrafa. Uğursuzluktan kurtulmak için ceset Tiber nehrinden çıkartılıp Avusturya’daki Rhone nehrine atılır. Fakat bu nehrin de geri kustuğu lanetli ölü için en sonunda Pilatus dağında bir krater gölü seçilir. Ne hikmetse, ölü nihayet burada huzur bulur. Pilatus‘un bu dağda gömülü olduğuna ciddi ciddi inanılsa da dağa ilişkin tek efsane bu değil. Dağın kuytularında yaşayan ejderhaların varlığına inanılmış orta çağın sonlarına dek. Fakat 1421 yılında yemin billah ejderhayı yakından gördüğünü söyleyen bir çiftçi efsaneyi gerçeğe çevirmiş çağın insanları için. Ejderhanın konduğu iddia edilen noktada bulunan pıhtılaşmış kan topağı ile her derde deva ejderha taşı da kanıt sayılmış çiftçinin tanıklığına.

Bir fıçı imalatçısının başına gelenler ise ejderhaları temize çıkarmış. Güneşli bir günde fıçı kasnağı için uygun çomak arayan bir fıçıcı farkında olmadan dağın zirvesine ulaşmış. Akşamın alacası inerken korkuyla fark etmiş yasak dağda olduğunu. Telaş içinde zirveden aşağıya yol alırken bir mağaranın yarığına yuvarlanıp kalakalmış öyle baygın vaziyette. Kendine geldiğinde mağaranın derinliklerinde pullu gövdeleri, ateşli soluklarıyla kendisini süzen iki ejderhayı görüp sonunun geldiğini düşünmüş ama ejderhalar şöyle bir koklayıp insanoğlunu mağaranın duvarlarından ay sütü* yalamaya devam etmişler umarsızca. Ejderhaların yoldaşlığına ve ay sütünün tadına alışan fıçıcı mağarada geçirdiği kış aylarından sonra baharın tazeliğiyle mağaradan dışarıya çıkmaya uçmaya hazırlanan ejderhalardan birinin sırtına tırmanmış tüm cesaretini toplayarak. Ejderhanın bir çayırlıkta nazikçe yere bıraktığı fıçıcı koşarak kente gitmiş ve başına gelenleri anlatmış hemşerilerine

Ondan sonra da ejderhalar korkutucu  düşmanlar değil de dost kabul edilmiş bu yörede. Bu nedenle olsa gerek, Pilatus dağı’nın simgesi de sevimli bir kırmızı ejderha.

Teleferikten indikten sonra kısa bir yürüyüş parkuru ile zirveye ulaşılıyor. Zirvenin hemen altındaki yarıklarda bulunan galerilerde ilerleyerek aşağıda uzanan karlı yamaçlardaki görkemli orman ve ona eşlik eden göl manzarasının tadını çıkarmak mümkün pekala. Pilatus dağından ayrılırken teleferikten farklı bir ulaşım seçeneği var. Dağın farklı bir yüzünden, sarp bir yamaçtan aşağıya küçük bir tren ile yolculuk.

Cogwheel tren olarak tanımlananan bu araç raylar üzerinde, fakat dişli bir çark vasıtasıyla hareket eden küçük bir vagon aslında. İddia edildiği gibi dünyanın en dik treni olup olmadığı bilinmez ama en manzaralı trenlerinden olduğu kesin. Tepeden aşağıya Alpnachstad kasabasına ilerlerken yol boyunca karlar arasındaki orman ve karşıdaki  mavi göl gerçekten seyre değer.

Trenden indikten sonra, biraz ilerideki bir iskeleden kalkan tekne ile seyahat Luzern’e geri dönmek en iyi seçim. Yol boyunca karlı tepelerin altında serili yeşil örtüde serpilmiş varsıl dağ evleri güzel bir kıyı manzarası sunuyor dönüş yolculuğunda.

Onca efsaneye ve hikayeye rağmen, bu coğrafyada  ne ejderhalar gelir insanın aklına ne de paralı askerler, seyrine doyulmaz bir doğa manzarasında dingin bir ruh hali içindeyken hele.

*Ay sütü: Mağaralardaki kireçtaşı kökenli karbonat kristallerinin suyla çözündüğü kısımlarda Macromonas bipunctata türü bakterilerin kolonizasyonu ile oluşan ve mağara duvarlarında sıvışık halde bulunabilen kıvamlı sıvı.  Mağara sütü olarak da bilinir.

 



Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL