Agito ergo sum ! -

Avrupa

18 Eylül 2018

Cadılar ve Biralar: Bamberg

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: George Frideric Handel-Sarabande

 

Yeryüzünde, zamanın sanki durmuş gibi gözüktüğü ama öte yandan hayatın tüm canlılığıyla sürdüğü yerler vardır. Thomas More’un  “Gelenek, ateşi miras bırakmaktır, küllere tapmak değildir” sözlerine nazire yaparcasına geçmişin mirasını canlı tutan bir Frankonya şehrinde bulduk kendimizi gün biterken.

Almanya’nın federal eyalet sisteminde, resmen bu isimde bir bölge bulunmadığı için artık çoğu Bavyera eyalet sınırları içinde kalmış tarihi Frankonya kentlerinden en önemlisi Bamberg. Kutsal Roma-Germen İmparatoru II.Henrich’nin ayrı bir piskoposluk ihdas etmesiyle bahtı açılan kent  UNESCO Dünya Mirası listesinde.

Pek çok özelliğinin ötesinde bira severlere çok önemli bir tat sunan Bamberg’te ilk durağın Schlenkerla olması kaçınılmazdı, akşam saatlerinde kente varan yorgun gezginler için.

Şehrin alamet-i farikası kısaca Rauchbier olarak anılan, tam adı “Özgün Schlenkerla İsli Birası” olan  Aecht Schlenkerla Rauchbier.

Mavi Aslan’ın Evi isimli ilk mekana ilaveten, 19.yüzyıl başlarındaki laikleşme hareketiyle bir dominikan manastırından devşirilmiş bölümlerle genişleyen yapı 1405 yılından bu yana yaşamını bira imalathanesi ve birahane olarak sürdürüyor. Rivayete göre 1877’de babasından devir alarak birahanenin başına geçen Andreas Grasser’e, aksak yürüyüşüne atfen yakıştırılan ve “sarhoş yalpası” anlamına gelen lakap, şehrin en ünlü markası oluvermiş yıllar içinde: Schlenkerla.

İlave gaz konmadan, bekletildiği geleneksel meşe fıçılardan doğrudan yerçekimi etkisiyle bardaklara doldurulan Schlenkerla isli biralarına bu tadı veren esas olarak tütsülenmiş malt. Frankonya, kömür madenlerinden fakir olduğu için endüstrileşme sürecinde yerinde sayan bu bölgede yakıt gereksinimi kayın ormanlarından sağlanmış uzunca bir süre. Biraya özgünlüğü kazandıran da bu olmuş. Kayın odunuyla ateşlenen fırınlarda kurutulan malt kullanılarak yapılan Märzen ve Urbock gibi klasik isli bira çeşitleri yanında, az miktarda isli arpa maltı ilavesiyle yapılmış buğday birası Rauchweizen, tütsülenmemiş malt kullanılmasına karşın isli maltın işlendiği kazanlarda yapıldığı için belli belirsiz bir is tadı sunan Helles Schlenkerla Lager; Helles Schlenkerla Lager’in doldurulmadan hemen önce Märzen ile harmanlanmasıyla elde edilen Kräusen gibi türleri de var. Sadece paskalya öncesindeki oruç döneminde üretilen Schlenkerla Fastbier ile yılbaşı öncesinde kayın yerine meşe odunu ile islendirilerek hazırlanan Schlenkerla Eiche kısa süreliğine tüketime sunulan biralar.

Biraları tadıp dışarı çıkınca da içerdeki keyif sürüyor. Çünkü yeşil pancurları ve pencere önü sardunyalarıyla insana huzur veren tarihi yapının açıldığı sokak araç trafiğine kapalı ve bisikletleri saymazsak sadece yayaların hükümranlığında, gönlünce yalpalamak serbest çakır keyiflere de.

Schlenkerla dışında başka da tarihi imalatçı birahaneler var Bamberg’te.  Uzun yıllar başpiskoposların mülkiyetinde kalmış Klosterbräu, Bamberg’in en eskisi. Otuz yıl savaşlarında tamamen yıkılıp yakılarak yeniden inşa edilmiş Mahrs Bräu, tıpasız fıçılarda bekletildiği için karbonik asidi düşük olan, Almanların “ungespundet” dedikleri, “ale görünümlü lager” birasıyla meşhur.

Reigntz nehrinin kıyısında “İkinci Roma” olması hedeflenerek kurulmuş Bamberg yedi tepeli bir şehir. İmparatorun bu iddiası nedeniyle II.Heinrich, karısı ve Papa II. Clement’in çok sayıda heykeliyle süslü devasa katedrali, biri bugün müze olarak işlev gören eskisi (Alte Rezidans) ve sanat koleksiyonlarına ev sahipliği yapan yenisi (Neue Rezidens) ile iki piskoposluk sarayı, inşa edildiği Saint Michael tepesinden adını alan benedikten manastırı Michaelsberg Abbey o günlerden kalmış yapılar. İmparatorun erken ölümü nedeniyle ancak kısa bir süre kutsal Roma imparatorluğunun merkezi olabilmiş Bamberg. Sonrasında tümüyle piskoposlar tarafından yönetilen kent 17.yüzyılda Almanya’daki cadılık davalarının en önemli merkezlerinden biri olup çıkmış. Ortaçağın koyu katolikliği, rönesans ile zayıflarken geçmişin pagan alışkanlıkları ve inançları su yüzüne çıkmış yeniden. Tarımdaki krizin, yüksek vergilerin ve pahalılığın yarattığı ekonomik sıkıntılar,  bir mezhep kavgası olan Otuz Yıl Savaşlarının ve veba  salgınının yarattığı tahribat, hızla gelişen basımevi faaliyetlerinin cadı avına yol açacak bağnazlığın yayılmasına da hizmet etmesi sonucu ortaya çıkan toplumsal histeri binlerce insanın yakılarak katledilmesine yol açmış o dönemde. Sadece Bamberg’te değil üstelik; Würzburg, Hallstadt ve Zeil gibi diğer Almanya kentlerinde de. Bamberg’deki davaların tutanaklarının günümüze ulaşması ise tamamen bir talih, bir tesadüf eseri. İmha edilmek istenen dava belgeleri 19. yüzyılda bir toptancıya hurda kağıt olarak satılmış. Dükkandan satın aldığı çivilerin sarılı olduğu kağıtlara göz atan Johann Adam Messerschmitt adlı bir tarihçinin belgelerin önemini fark ederek tüm kağıtları satın alması sonucu Bamberg arşivinin raflarında yerini alabilmiş dava tutanakları.

 

Kentin en göz alıcı binası Reigntz nehrinin ortasında yer alıyor. Şehrin tek hakimi olan piskosposun yer tahsisi yapmama konusundaki inadı nedeniyle nehrin ortasında  kazıklar çakılarak oluşturulan yapay bir adanın üzerine inşa edilen ve üç yanını süsleyen duvar resimleriyle göz kamaştıran tarihi belediye binası (Altes Rathaus) bu gün çağdaş sanat eserlerinin ve değerli porselenlerin  sergilendiği bir müze olarak işlev görüyor. Geçmişte balıkçı mahallesi olan nehir boyu ise  ortaçağdan kalma evlerin yarattığı manzaranın etkisiyle Küçük Venedik (Klein Venedig) ismiyle anılıyor günümüzde.

Bamberg diğer Almanya kentlerine göre talihli bir kent. İkinci dünya savaşında hiç zarar görmemiş ve kentteki tüm yapılar özgünlüklerini koruyor. Oysa ikinci dünya savaşına giden yolda çok önemli bir işlev üstlenmiş. Nazi partisi örgütleri içerisinde, kuzey ve güney illeri arasındaki ideolojik farklılıkları ve çatışmayı ortadan kaldırmak üzere 14 Şubat 1926’da bizzat Hitler’in düzenlediği Bamberg konferansı önce partinin ardından da devletin tek adam sultasına mahkum edileceği bir uzlaşmayla sonuçlanmış: Fuhrerprinzip.

Çok arzuladığı führerliği bu toplantıyla elde eden Adolf Hitler kendi kişisel tarihini yazmış sonrasında. Ünlü Alman filozofu Hegel’in “Tarih aslında, insanlığın suçlarının, çılgınlıklarının ve felaketlerinin kaydından pek fazla bir şey değildir; ama tecrübenin bize öğrettiği odur ki, halklar ve devletler tarihten asla bir şey öğrenmemişlerdir” sözünü doğrularcasına.

İlginçtir, henüz on yedi yaşında bir ergen iken mezuniyet konuşmasının başlığını Osmanlı yönetimindeki Anadolu’ya atıfla “Türkiye’de Sanat ve Bilimin Geri Kalmışlığı” olarak seçen Hegel bir yıl kadar bu şehirde yaşamış.  1807’de Prusyalılara karşı zaferi sonrasında Napolyon tarafından işgal edilen Jena’dan ayrılıp Bamberg’e gelen filozof şehir gazetesinin (Bamberg Zeitung) editörlüğünü üstlenmiş ve bir zamanlar yahudi dansçılara ev sahipliği yapan sonrasında da ıslahevi olarak hizmet vermiş bir binada geçirmiş mecburi ikametini. Hegel’in yaşadığı ve  dış cephesindeki ıstakoz kabartması nedeniyle  Haus zum Krebs (Istakozlu Ev)  olarak anılan yapı hala ayakta günümüzde. Şehirlerin yeni yeni gelişmekte olduğu o zamanlarda kent nüfusunun önemli bir bölümü okur yazar olmadığından sokaklarda isim ya da numara yazılı tabelalar kullanılmazmış. Bu nedenle tarif kolaylığı olsun diye yapılarda çoğunlukla hayvan figürü  kabartmalar bulunur ve bu süslemelerine göre isimlendirilirmiş.

Kesme taşlarla döşeli sokaklarında sakinlerinin ve meraklı gezginlerin dolaştığı kendi halinde bir kasaba olan Bamberg’te tarihin çalkantılarından ve geçmişin acılarından eser yok artık. Ama bir zamanlar cadılıkla suçlanıp yakılan kadınlardan kalan  bir miras olmalı, keyifle yudumlanan biralarına sinmiş is kokusu.

 

 


Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL