Agito ergo sum ! -

Güney Amerika

15 Mart 2011

“Don’t cry for me Argentina”

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan
Uzun bir yolculuktu. Orta dörtlüde dışarıyı görmeden uçuyoruz. Hoş görülecek bir şey de yok. Ana karayı terk ettikten sonra altta sadece Atlas okyanusu var. Sağ yanımda benden yaşlıca bey Kafka okuyor. “Dava”nın ingilizcesi. Diğer yanda eşimle muhabbet ederken takıldı, “nece konuşuyorsunuz” diye, hani bir nevi “memleket neresi hemşerim” muhabbeti. Fakat bu nevi girişler her yerde ve her dilde işe yarıyor anlaşılan. Muhabbeti hemen koyulttuk. Arjantin’i filmlerden bilirim deyince sinemadan girdik, Jeremy Irons’ in oynadığı Kafka’dan çıktık. Yüksek seviyede (kendi çapımızda elbet) kültür sanat muhabbeti. Bir ara sordu Türkiye’de kültür sanatla ilgili bir iş mi yapıyorsun diye, sağlıkçıyım deyince muhabbet yön değiştirdi:
-Doktor musun yoksa?
-Evet, mikrobiyolog.
-Ben de doktorum, nörolog
Zatı muhterem meslektaş, Salzburg’ta kongreye katılıp Prag‘a kaçmış. Yolculuk oradan. (Hatırlayınız Kafka-”The Trial” okuyordu). Bu yeni “vay gardaş” durumu muhabbeti derinleştirdi. Arjantin’de henüz tam gün yok, muayenehane serbest. Genel sağlık sigortası yok, sadece çalışanların kendi SSK’si var, henüz yeşil kartı bilmiyorlar. Tam Türkiye’nin eski hali , hani doktorlar için daha iyidir buralar diyecekken öğrendik ki H1N1 de burada alışılmışın dışında daha çok erişkinlerde öldürücü olmuş (neyse yanımızda tamiflu var, dezenfektan var, maske var), kuzeye de çıkacaksak sivrilere dikkat edecekmişiz kemikliymiş hepsi, deng, sarı humma da hediyesi (yanımızda sinek kovucu da var). Neyse sona doğru muhabbetin iyi tarafı: Buenos Aires‘te nereye gidilecek, ne yapılacak, ne yenecek. Bolca meslektaş tavsiyesi. İndik uçaktan birbirimizin adını hala bilmeden, tokalaştık ayrıldık.
Otele intikal ettiğimizde TC saatiyle gece 2-3. Derhal uyku.
Birinci gün Buenos Aires güneşli. Attık kendimizi sokağa. İstanbul’un İstiklal caddesi benzeri uzun bir yaya güzergahı var ama daha çok İzmir’in Kemeraltısı. “Abi yardımcı olalım, bir baksaydınız almanız şart değil”in ispanyolcası. Neyse ki burada devletin turizm büroları iyi çalışıyor. Bürodaki eleman şehir turu yapan bir “sightseeing” önerdi, o da devletin. 12,5 TL ye günlük otobüs turu. Her bir yana gittik. İndi bindi serbest. Şunca yıldır gezip tozuyoruz ama bu üstü açık otobüsle gezi iyiymiş.Bütün şehir bir günde bitti. Bundan sonra bir de yürüyerek sindire sindire gezmeli.
Birinci günün en ilginç yeri La Boca. Yani bildiğiniz tenekeli mahalle. Git bizim tenekeli mahalleye, evlerin dışını sarı, kırmızı, yeşil, çingen pembesi boya, etrafa da rakı masaları kur, mahalleli de keman darbuka müzik icra etsin, balık eti dansözler raks. İşte La Boca bunun Arjantin versiyonu, sadece bunlar gitarla akordeon çalıp tango yapıyorlar. Tabii iş biraz ticarete dökülmüş, tangocularla fotoğraf para, gösteri izlemek bahşiş gerektiriyor. Neyse oturduk bir masaya. Restoran kafe arası bir yer. Hemen önünde bir küçük sahne. İki ihtiyar, birinde gitar birinde akordeon (yoksa bunun adı armonika mıydı?). Müziğin ardından alkışlayınca laf attılar nerelisiniz diye. Söyleyince hemen cevap, tekerleme gibi: “Meraba, meraba, Ankara“. Bir bira söyledim. Hani Türkiye’de fıçı biraya “Arjantin” derler de nedenini kimse bilmez. İlk yudumda anladım, biraları su gibi. Demek bizim orada eksildikçe basıyorlarmış suyu fıçıya. Birayı içerken gösteri mahiyetinde ve bahşiş gayretinde tango yapan genç çifti izliyoruz biraz da dertleniyoruz “tangonun ruhunu iyice paraya havale etmişler” diye.
Bir ara gösterici çift çekildi, müzisyenler hala çalıyor. Seksenlik bir amca, yanaklar kırmızı kırmızı, burun ucu pembe. Başında kasket, boynunda fular müziğin ritmine uygun hafif salınımlarla geldi müzisyenlerin yanına oturdu. Mekanın gediklisi olduğu her halinden belli. Beş dakika geçmedi gözü bizim masada el ediyor “gel gel” diye, sırf yaşına hürmeten gönderdik hanımı yanına. Serbest stilde arjantin tangosu, hem de satılık değil. Sırf içinden geldiği için. Akşamına tango gösterisi izlemeye gidince kıymetini daha da anladık. Gittiğimiz tango gösterisi değil bir tango “animation show”du,  bir de bir ara “Don’t cry for me Argentina” söyleyip Arjantin bayrağı açmasınlar mı. Uzun lafın kısası tangonun ruhu epeyce geçmişte kalmış, ama o ihtiyar o geçmişi bize bizzat yaşatmış.
Buenos Aires‘te yağmurlu bir gün başladı, neyse ki bu gün kuzeye, yani daha sıcağa gideceğiz. Bir buçuk saatlik uçuştan sonra Iguazu‘dayız.
Iguazu dünyanın ekseninin geçtiği yer olmalı. Çünkü eksenin çubuğunu çekmişler ama delik kalmış, buradaki bütün su da o delikten akıyor, delik değil sanki koca bir logar. Hönküre hönküre bütün suyu yutuyor. Zaten adından belli: “Şeytanın Boğazı-Garganta del Diablo. “

 

Iguazu, Arjantin, Brezilya ve Paraguay sınırlarının kesiştiği yerde, “U” şeklinde devasa bir yarık. Yan yana onlarca şelale. Koca bir vadiye dökülüyor. UNESCO’nun dünya mirası listesinde.
Bir cangılın içindeyiz. Buradaki bitki örtüsü Amazon ile aynıymış, sadece Amazon’ daki bitkiler biraz daha yüksekmiş. Renk renk kuşlar, el kadar kelebekler. Bizim evlerde, salonlarda özene bezene büyütmeye çalıştığımız bitkiler ortalıkta, ağaç ebadında. Bir Jurasic Park dekorundayız sanki. Etraf Jurasic Park gibi ama kapitalizm sağ olsun. Milli parkın içinde beş yıldızlı bir zincir otel. Şelale manzaralı odada konfor içerde, cangıl dışarda. Eh napalım, artık hepimiz birer “Homo capitalismus” değil miyiz nasılsa?
Gece ormana girmek yasak. Hoş yasak olmasa da kim cesaret eder ki. Karşıda kapkaranlık orman, gökyüzü ışıl ışıl. Ama bir garip. Ay alıştığımızdan farklı, bir yıldız kümesinin ortasında, hilal ama kayık gibi, uçları yukarı bakıyor. Küçük ayı, büyük ayı filan yok. Bambaşka bir gök manzarası Gökyüzüne gece bakınca anlıyor insan coğrafyanın nasıl değiştiğini.
Sabah manzarası ise keyifli. Güzel bir manzaraya en çok ne kadar bakabilirsiniz? Kanımca en uzun burada. Çünkü manzara arka planı aynı olsa da her an değişiyor. Karşıda dökülen şelalelerden yükselen su her an değişen bir sis oluşturup bulutlara karışıyor. Suyun döküldüğü kısımların üzerinde geniş kanatlı alıcı kuşlar sürü halinde (akbaba olduklarını sonradan öğrendik) dönene dönene uçuyor. Yakın planda rengarenk küçük kuşlar geçiyor.
Ormanda pek çok muhtelif mahlukat. Adının “coati” olduğunu öğrendiğimiz rakun benzeri canlılar sokak kedileri gibi. Üzerinde “organic” yazan çöp kovalarını karıştırmayı bilecek denli evcilleşmişler. İnsanların az uzağından yan yan geçiyorlar ama bir yandan da yiyecek var mı diye kollamayı ihmal etmiyorlar. İguana, geyik, tukan zor da olsa görülebilenlerden. Bir de “Carpincho” var ki bu esas hanımların ilgi alanını oluşturuyor. Domuzla kobay arası bir görünüme sahip, aşağı yukarı bir köpek büyüklüğündeki bu canlının mevtasından elde edilen çok güzel, hareli kahverengi derinin ayakkabı, çanta, cüzdan ve kemer olarak Buenos Aires vitrinlerindeki yeri kayda değer.
Iguazu‘daki son gün bol güneşli. Güneş şelalenin serpintileriyle öyle güzel kavuşuyor ki her yanda bir gökkuşağı. Biraz gayretle burada gökkuşağının altından geçmek mümkün. Ama bulacağınız şey en fazla -hem de çok fazla- su. Hele bir de “gran adventura” peşinde nehirde şişme botlarla gezerseniz. Şelalenin döküldüğü yerlere sadece yaklaştığınızda bile ne kadar giyinirseniz giyinin, ne kadar örtünürseniz örtünün donunuza kadar ıslanıyorsunuz.
Dönüşte Buenos Aires‘te de güneşli güzel bir gün. Burada 21 Eylül’de baharı kutluyorlardı. Bizim Hıdrellez manzaraları, herkes sokaklarda, okullar tatil. Her yerde çiçek satıcıları. Hatta trafik lambalarında bile duran arabalara yanaşan çiçekçiler selpakçılara ve cam silicilere fark atmış. Parklarda konserler, bizdeki kokoreççilere benzer arabalarda ekmek arası ızgara et satanlar.
Et deyince detaya girmeden olmaz. Her gün yemekten sonra artık vejeteryan olalım deyip ertesi gün tövbenizi unutacağınız bir yer burası. Restoranda “Baby Beef” diye ismine aldanıp sipariş ettiğiniz et, bir buzağıdan çıkarılabilecek bütün bonfile anlamına gelebiliyor. Arjantin ocak başı da güzel. Kömür ızgarada etler bütün bütün pişiyor. Piştikten sonra servis sırasında kalın kalın dilimleniyor. Sadece kenarları kömür ateşine maruz kaldığı için içi çok daha yumuşak. Küçükbaşları ise bir nevi çarmıha gerip ateşe karşı yatırıyorlar. Velhasıl memlekette üç ayda yemediğim kadar eti bir haftada yedim.
Buenos Aires etrafında dolaşırken sanki İstanbul’da E-5 teyiz. Bir yanda sıvasız kırmızı tuğlalı, balkonunda çamaşır asılı gecekondular (yalnız burada gecekonduların tepesinde demir filizlerini açıkta bırakmayı henüz keşfetmemişler), bir yanda koca koca bloklar. Şehir merkezinde her yanı cam kaplı gökdelenler, kuleler. Merkezde kolonyal dönemden kalma binalar çoğunlukla devlet dairesi, kilise, müze, kültür sanat amaçlı kullanılıyor. Ama mimari karmakarışık. Rönesans, art deco, gotik yan yana. Herkes zamanında beğendiği gibi yapmış, Avrupa kentlerindeki gibi bir nizam, intizam yok. Ama yollar inanılmaz düzenli. Şehir önce yukardan aşağıya, sonra soldan sağa tarakla çizilmiş gibi, dümdüz uzanan sokaklar, caddeler. Ara sokakları bizim caddeler gibi. En büyük bulvarları şehri bir uçtan bir uca geçiyor ve gidiş geliş 24 şerite kadar genişliyor.
Arjantin Türkiye’nin 3,5 katı büyüklüğünde, bir ucu ekvatorda bir ucu kutupta. Bir uçtan bir uca uçuş suresi 8-10 saat. Bu nedenle seyyahlar için çok güzel olanaklar sunuyor. Balina gözlemi, kış sporları, buzullar arasında gemi gezisi, cangıl hepsi var.
İnsanlarsa çok cana yakın ve sıcak. Herkes turist otobüslerine el sallıyor, muhabbeti ve yemeyi içmeyi seviyorlar. Parklarda mavi-beyaz formalı çocuklar futbol oynuyor. Pazar günü taksiciler radyoda maç dinliyorlar. Garsonlar hesaba bahşişin dahil olmadığını kibarca, ama mutlaka hatırlatıyorlar. Türkiye’yi ve Galatasarayı da biliyorlar. Bir dönem Arjantin devlet başkanlığı görevini yürütüren, adı rüşvet, yolsuzluk ve özelleştirmelerle anılan Carlos Menem’in “El Turco” lakabının ise yalnızca aile köklerinden mi kaynaklandığını yoksa asıl sebebin Arjantin’lilerin bizdeki rüşvet, yolsuzluk ve özelleştirmeler hakkındaki engin bilgisi mi olduğunu çözemedik.
Velhasılı kelam güzel bir ülke, güzel bir coğrafya. Gidilesi, görülesi…
Bir gün bir daha giderim diyorum. Bu sefer Patagonya’ya…

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL