Agito ergo sum ! -

Kuzey Amerika

05 Eylül 2015

“Buraların halkı”

 


Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: The Ramrods-Ghost riders in the sky


Sacramento nehri kıyılarında, bir hızar atölyesi inşası sırasında 24 Ocak 1848’de bulunan bir altın külçesi pek çok insan için yeni bir hayat muştusu olmuş,  Amerika’dan ve (Türkiye de dahil) dünyanın pek çok yerinden göçmeni yeni fırsatlar sunan topraklara çekmişti. Öyle ki o tarihte ancak bin kişinin yaşadığı San Francisco bu olaydan iki yıl sonra Aralık 1849’da yüz bin kişilik bir nüfusa ulaşmıştı.

Altına hücum göçmenlere umut kapısı olurken bazıları için sonun başlangıcıydı.

Sierra Nevada’nın devasa ormanlarında yazlarını, vadilerinde, göl kıyılarında baharlarını ve kışlarını geçiren Washoe kızılderilileri için hayretle izledikleri bu göç dalgası bir çöküşün habercisi olacaktı çok geçmeden.

On yıl sonra 1858’de ise gümüşün bulunmasıyla Sierra Nevada dağlarında çöle doğru tersine bir göç dalgası yaşanacaktı.

Biz de  bir mayıs sabahı, bu tersine göç güzergahında yol alırken yoğun araç trafiği nedeniyle şehre girmeyi gözümüz yemeyince Sacramento’nun etrafından dolanıp yola devam ettik. Bir süre Sierra Nevada eteklerinde, dev çamların gölgesinde yol aldıktan sonra tepelere yöneldik. Tırmandıkça yol kenarında sıklaşan kar öbekleri farklı bir iklime geçtiğimizi gösteriyordu. Epeyce bir süre sonra, araç geçişine olanak veren en yüksek noktaya vardığımızda aşağıda karlı tepeler arasında parlayan mavilikle göz göze geldik: Tahoe gölü… Ya da Washoe kızılderililerinin verdiği adla “da ow aga”.


Washoe lisanı yeryüzünde eşi benzeri bulunmayan nadir etnik dillerden birisi. Kendilerini Washoe olarak adlandırırken bu dilde, çok yalın bir anlam yüklemişler kelimeye bu insanlar: “Buraların halkı”

Buraların halkının göl için kullandıkları “da ow” sözcüğünü değiştirme zahmetine girmeyip Tahoe demiş buraya göçmenler.

Tahoe gölü, Kuzey Amerika’daki en büyük dağ gölü. 1897 metre yükseklikte yer alan göl 500 metreyi aşan derinliğiyle de Amerika Birleşik Devletleri’nin en derin ikinci gölü ünvanına sahip. Çoğu Kaliforniya eyaletinde yer alsa da üçte birlik doğu kısmı Nevada topraklarında. Güney kıyısında bulunan South Lake Tahoe, göl çevresindeki en büyük yerleşim yeri.

Bahar güneşinin ısıttığı göl kıyısına rağmen etraftaki karlı dağ manzarası yükseklerde havanın soğuk olduğunun işareti. Göl çevresini dolanan orman yolundan kuzey batıya doğru ilerleyince yarım saat sonra Emerald Bay olarak adlandırılan koya ulaşılıyor. Tepedeki seyir terasından aşağıda yer yer karla örtülü çamların çevrelediği zümrüt yeşili koy ve ortasındaki adanın oluşturduğu manzara ismin hakkını veriyor.


South Lake Tahoe ’da iki günlük bir molanın ardından göl kıyısını takip eden yolda ilerleyerek Kaliforniya’yı terk ediyoruz, en azından bir süreliğine. Havada ve manzaradaki değişimden anlıyoruz Nevada’ya ulaştığımızı. Bir zamanların mütevazi kovboy kasabası Carson City’de, koruma altına alınmış tarihi kent merkezinde sokakları arşınlıyoruz öğle sıcağına aldırmadan. Bizim bir çizgi roman kahramanı, kızılderili dostu bir ranger olarak Teks sayfalarından tanıdığımız Kit Carson’a atfen verilmiş bu isim kasabaya. Gerçekte bir kürk avcısı, rehber olarak ünlenen Kit Carson,  çalkantılı yaşantısını Navajo Kızılderililerinin techirinde rol almış bir asker eskisi olarak mühürlemiş en sonunda.

Bir yanımız Sierra Nevada ’nın karlı tepeleri, çorak Nevada topraklarında yola devam ediyoruz güneye doğru. Bir tepede ansızın karşımıza çıkarak tekdüze yolculuğumuzu bozan mavilik Nevada’yı geride bıraktığımızın da habercisi. Yoğun sodalı suların, kıyılarda kireç taşı kristallerinden oluşan parıltılı dikitleri sarmaladığı Mono Lake, bir başka Kızılderili ulusunun, Paiute’lerin bir kolunu oluşturan Kutzadika’a kabilesinin ana yurduymuş bir zamanlar. Göl kıyılarında yaşayan tuzlu su sineklerinin larvaları menülerinde özel bir yer tuttuğu için bu adla adlandırılmışlar Kutzadika’a’ lar, “sinek yiyenler” anlamında. Kayalık dağlardan Sierra Nevada’ya uzanan çölde ve dağlarda yerleşerek geniş bir coğrafyaya yayılmış Paiute’lerde kabileler, yaşadıkları bölgelerdeki yiyecek kaynaklarına ve beslenme alışkanlıklarına göre adlandırılmış daima.


Çorak topraklardaki bir kaç saatlik yolculuğun ardından tekrar Sierra Nevada’nın içerlerine yöneliyoruz. Karlı tepelerin arasında yeni bir göl havzası hedefimiz: Mamut gölleri.

Mamutların yaşantısına tanıklık edecek kadar eski bir jeolojik yapıya sahip olsa da bölgenin isminin mamutlarla bir ilgisi yok. Altına hücum günlerinde bir grup Alman göçmenin kurduğu madencilik şirketinin adı yadigar kalmış sadece. Yüzbinlerce yıl önce büyük bir volkanik patlamanın yarattığı, dünyanın en büyük kalderalarından birisi üzerinde yükselen bu dağlarda volkanik geçmişini anımsatan pek çok sıcak su kaynağı mevcut. Vadi boyunca da buzulların oluşturduğu onlarca göl var. Kasabadan kısa bir yolculukla ulaşılan aşağı göl havzası en çok ziyaret edilen bölge. İngiliz kraliyet ailesine atfen isimlendirilen Mary, George ve Mamie gölleri ile şekillerinden dolayı At nalı (Horseshoe Lake) ve İkiz göller (Twin Lakes) olarak anılan, 2500-3000 metre arasında değişen yüksekliklerde bulunan bu göllerin her biri, etraflarındaki karlı tepeler ve çam ağaçlarının ortasında ışıldayan sularıyla eşsiz manzaralar sunuyor ziyaretçilerine. Kasabadan gelenleri ilk karşılayan, yukarıdan, diğer göllerden akan suların oluşturduğu şelaleleri ve sekiz şeklindeki görüntüsüyle İkiz göller, yüzme izni verilen tek yer yörede. Kıyılarda balık peşinde olta sallayanlar, kanolarında kürek çekenler, patikalarda yürüyüş yapanlar yaz günleri için alışıldık görüntüler bu civarda. Kar başladıktan sonra ise kayakçılar doluyor Mamut kasabasına. Doğal güzellikleri ve engebeli arazi yapısı bu bölgenin Kaliforniya’daki en popüler kış sporları beldesi olmasına yol açmış çünkü.


Altına hücum başlamadan önce yüzlerce yıl buralarda yaşamış olan Pauite’ler ise nüfusun binde birini oluşturuyor günümüzde.

Mamut kasabasından sadece 40 mil geri gidip Tioga geçidinden Sierra Nevada‘yı aşarak Yosemite ulusal parkına girmek üzere yaptığımız plan -mayıs ayına rağmen- birkaç gün önce yağan karın 3031 metre yükseklikteki geçidi kapatması nedeniyle bozulunca fazladan 3-4 kat daha çok yol gidip, kuzeydeki bir başka geçitten geçmek zorunda kaldık. Sonora geçidi de 2933 metre yükseklikte, karlar arasında kıvrılan yollarıyla azametli bir dağ geçidi. Ernest Hemingway’in romanından uyarlanan, İspanya iç savaşını anlatan Çanlar Kimin İçin Çalıyor filminin gerilla sahneleri bu geçitte çekilmiş 1943 yılında.

Uzun fakat manzaralı bir yolculuğun ardından Sierra Nevada’nın batı yamaçlarında bulunan Yosemite Ulusal Parkı’nın girişine ulaşıyoruz. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan 3081 kilometrekarelik parkın granit kayalıklar ve şelalelerin bulunduğu merkezine ulaşmak için gidilecek daha çok yol var ama ne gam. “Dünyanın en güzel ormanlarından birinde yol alacağız nasılsa” diye düşünürken kararmış ağaç iskeletleriyle hayal kırıklığına uğruyoruz. 17 Ağustos 2013’de yasadışı bir avcı ateşinden çıkan orman yangını dokuz hafta boyunca söndürülememiş ve parkın neredeyse onda biri yanmış.

“Toprağın sıhhati ve insanların sıhhati birbirine bağlıdır, toprağa bir şey olursa insanlara da olur” demiş bir Washoe kabile reisi:  “Toprak acı çekerse insan da acı çeker”.

İçimiz yanarak geçtik yanmış ormanın içinden ve Yosemite vadisine ulaştık. Vaktiyle buzulların şekillendirdiği granit kayalardan dökülen şelaleler, vadiyi ve çevresini süsleyen ormanlar iç sıkıntımızı hafifletti bir nebze de olsa.


Eski bir söylenceye göre, yöreye Ahwahnee yani “Koca Ağız“ ismini veren Ahwahnechees kabilesinden genç bir savaşçı ormanda karşılaştığı koca bir boz ayıyla giriştiği ölüm kalım mücadelesinden ayıyı öldürerek sağ çıktıktan sonra “boz ayı  öldüren“ anlamına gelen Yosemite adıyla anılmaya başlamış buraların insanları.

Benzersiz doğa manzarası, sayısız yürüyüş parkuru, binicilik olanakları, bisiklet yolları, tırmanma kayalıkları, su sporları yapılabilen ırmakları ile farklı pek çok seçenek sunuyor Yosemite vadisi meraklılarına. Park içinde kamp alanları ya da lüks oteller de mevcut civarda birkaç gün geçirmek isteyenler için.

Vadide uzanan dere boylarında ilerleyip Yosemite şelalelerine kısa bir yürüyüş de yeterli olabilir buranın havasını koklamak, doğayla bir süre baş başa kalmak için.

Yaklaşan gün batımından önce yola koyuluyoruz. Yosemite’nin güney batı ucunda bir başka doğa harikasını görmek arzusundayız. Seksen beş metreye uzanan boyları, sekiz metreye ulaşan çapları ile kadim zamanların tanığı, binlerce yıllık dev sekoyalara ev sahipliği yapan Mariposa Groove bu yolculuktaki son güzergahımız.


Alacakaranlık çökene dek, kuytularında yaşayan geyiklerin eşliğinde dolaşıyoruz yaşlı ormanı. Kutsal bir mekana ayak basmanın verdiği iç huzuruyla ayrılıyoruz gün geceye dönerken.

“Buraların halkı“ için her şey kutsalmış bir zamanlar; toprakları, suları, canlıları ve cansız varlıklarıyla tüm yeryüzü saygı ve sevgi görürmüş insanlardan. Oysa ilk göçmenlerden bu yana burada ve her yerde, hep bir şeylere cum eden insanoğlunun doğayı ve hayatı insafsızca sömürmesi yeni toplumların semirmesini sağlasa da dünyanın tükenişini hızlandırmış; yangınlarla, kirlilikle, tahribatla.

Yaklaşan bir kıyametin uyarısı için çalıyor Hemingway‘in çanları bu kez…

 

 






  1. Eline sağlık. Gözümde canlandı. Sanki ben de gezdim oraları.

    Comment by Seyit kaya — 07 Ekim 2015 @ 07:16

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL