Agito ergo sum ! -

Yunanistan

20 Mayıs 2015

Galipler ve Mağluplar

 

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: Chris Spheeris -Invisible Hands

Tarihi, galipler ve mağluplar, kahramanlar ve korkaklar arasında geçen olaylar zinciri olarak, neredeyse bir bilgisayar oyunu tadında öğrendiğimiz için ismine aşina olduğumuz, fakat nerededir, nasıl gidilir bilmediğimiz pek çok yer vardır.

Yunanistan anakarasında gezi güzergahımızı belirlemek için harita başında oturmuş tartışırken rastladığımız iki isim benzer bir çağrışımla uğranılacaklar listesinde yerini alıverdi hemen.

Epir yarımadasında, kuzeyden ve güneyden birbirine hilal şeklinde yaklaşan ince uzun iki  kara parçasının kavuşamadan, 700 metrelik dar bir boğazla ayrılmasıyla oluşan yarımadanın kuzey burnunda küçük bir kasaba. Bir tarafında Akdeniz’in engin maviliğine karışan İyon denizi, diğer tarafında anakaranın içerilerine  yayılan, ucu bucağı gözükmeyen, koca bir iç deniz, Ambracia körfeziyle Preveze.

Açık denize çıkmanın kolaylığı, koylarının saklanmaya elverişliliği stratejik bir merkez haline getirmiş burayı. Bu coğrafi özelliğiyle de tarih boyunca bir çok önemli savaşa sahne olmuş.

Sezar’ın öldürülmesinin ardından oluşturulan troyka yönetimini paylaştığı Oktavius‘un kızkardeşiyle evliyken, Kleopatra‘ya aşık olan ve Oktavius‘la iktidar kavgasına giren Markus Antonius, tarihe Aktium Savaşı olarak geçen savaşı kaybedince Preveze’de bir eylül sabahı, kendisi ve Kleopatra için intiharla sona erecek düşüş başlamış (MÖ 31. yy).

Osmanlı ve  haçlı donanmalarını karşı karşıya getiren savaş ise Osmanlı’nın en büyük deniz zaferi olarak geçmiş tarih kitaplarımıza. Barbaros Hayrettin Paşa’nın daha zayıf bir filoyla Andrea Doria yönetimindeki haçlı donanmasını mağlup etmesi muharebe öncesi kadırgasının iki yanından denize saldığı kağıtlarda yazılı ayetlerin sert cenup rüzgarını kesmesiyle olduğu kadar, donanmayı hilal biçiminde dizerek oluşturduğu statejisi ve cüretkar manevralarıyla sağlanmış 1538 yılının bir başka eylül gününde.

Bir dönem Venedik egemenliğinde kalan Preveze, Venedik Cumhuriyeti’ne son veren  Campo Formio anlaşmasıyla Ekim 1797′de Fransızlara geçmiş ama tam bir yıl sonra Tepedelenli Ali Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu tarafından Fransız birlikleri mağlup edilerek geri alınmış. Sertliğiyle tanınan, namı diğer Yanya Aslanı, Ali Paşa kişisel tarihindeki en büyük katliamı gerçekleştirmiş mağluplara karşı bu savaş sonrasında.

Birinci dünya savaşının hemen öncesinde, Osmanlı ve İtalyan ordularının güç gösterisine ve Mustafa Kemal’in henüz genç bir yüzbaşı iken ilk askeri başarısına sahne olacak Trablusgarp savaşının da ilk kıvılcımı, yine bir eylül gününde Preveze’de yaşanan çarpışmayla atılmış 1911 yılında.

Tarih boyunca, Akdeniz’deki egemenlik çatışmalarının odağında kalan kent Nazi işgaline tanıklık ettiği ikinci dünya savaşı sonrasında yeni bir savaşa sahne olmuş Eylül 1944′de. Yunanistan yakın tarihinin çileli günlerine damgasını vuracak Yunan iç savaşının provası niteliğinde ve 16 gün sürecek şiddetli bir iç çatışma yaşanmış bu defa.

Kaderi savaşlarla örülü Preveze, tarafı olmasa da mağlubu ve mağduru olmuş her savaşın. Bu mağlubiyet duygusundan mıdır bilinmez, o günlere dair yazıtlar, anıtlar heykeller yok etrafta. Sessiz, sakin bir tatil beldesi artık sadece. Bir zamanlar korsan kadırgalarının, imparatorluk donanmalarının sığındığı körfez yat turizmine ev sahipliği yapıyor günümüzde. Uzun kıyı şeridinde çok sayıda ince kumlu plaj var. Kent merkezinde Venedik dönemine ilişkin mimari örnekler dışında geçmişi hatırlatan tek şey ise 1807 yılında Tepedelenli Ali Paşa’nın yaptırdığı kale. Dört köşesinde dört burcuyla, kare bir zemine inşa edilmiş. Ortasında bir cami, doğu duvarında ise bir su değirmeni varmış bir zamanlar. Denize dönük cephesi ve bu cephedeki burçları nispeten iyi durumda olsa da arka sokaklara uzayan sur duvarları yıkıldı yıkılacak. Sur içi ise tam bir mezbelelik.

Ambracia körfeziyle İyon denizini ayıran boğazı, deniz altından geçen bir tünelle aşarak yola devam ediyoruz. İyon denizi kıyısındaki uç kaleyi  pas geçerek. Gidecek çok yolumuz var daha çünkü.

Hedefimize varmamız geceyi buluyor. Yeni durağımız Nafpaktos, ya da bizim aşina olduğumuz ismiyle İnebahtı.

Nafpaktos, Yunancada tersane anlamına gelmekte. Gerçekten de burası Bizans döneminden beri önemli bir liman ve deniz üssü olarak kullanılmış. Patras körfezinden dar bir boğazla geçilen Korint körfezinde stratejik bir öneme sahipmiş o zamanlar. Dördüncü haçlı seferinde Bizansın latin ordusu tarafından yağmalanması sonrasında Epir despotluğunun bir parçası olarak kalmış bir müddet, sonra Katalan egemenliğine girmiş. Böylece Nafpaktos, Lepanto adını alırken Korint körfezi de Lepanto körfezi olarak anılmaya başlamış. Daha sonra satış yoluyla Venedik Cumhuriyeti’ne geçen Lepanto, Venedik deniz ticaretinin önemli bir üssü olmuş epeyce bir süre. II. Osmanlı-Venedik savaşı sonunda 1499′da Osmanlı egemenliğine geçmiş “Aynabahtı” ismini alarak.

Ağustos 1571′de Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından fethi üzerine Papa V.Pius‘un ön ayak olmasıyla toplanan ve ağırlığını İspanyol ve Venediklilerin oluşturduğu haçlı donanması Ekim 1571′de İnebahtı açıklarında Osmanlı donanmasını pek fena biçimde mağlup etmiş. Yenilginin nedeni Osmanlı donanmasının denizcilikle ilgisi olmayan bir kara subayı komutasında savaşa girmesi olarak yorumlansa da dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın Avrupa devletlerini Osmanlıya karşı ittifaka sevk edeceğini öngörerek Kıbrıs’ın fethine karşı çıktığı, fakat Divan-ı Humayun’u ikna edemediği yazılı tarih kitaplarında.

Surlarla çevrili, girişi burçlarla süslü ufak liman İnebahtı’nın simgesi bu gün. Osmanlı minyatür ustası Matrakçı Nasuh’un bu limana ilişkin bir tasviri Topkapı müzesi kütüphane arşivinde saklanmakta. Liman surlarının yanında bir heykel yükseliyor. İnebahtı muharebesi sırasında haçlı donanmasında ateşli, genç bir asker olarak çarpışarak sol elini kaybeden İspanyol yazar Cervantes‘in anısına dikilmiş. Limanın arkasında yer alan meydanda da Yunan bağımsızlık hareketinin önemli isimlerinden birine ait bir büst yükseliyor mermer bir sütun üzerinde. Nafpaktos bu haliyle galibiyetlerini hatırlayan ve hatırlatan bir hava sergiliyor Preveze’nin aksine. Osmanlı devrine ait nadir eserlerden biri ise limanın biraz ilerisindeki Fethiye Camisi. İnebahtı’nın fethinden sonra II.Beyazıd tarafından yaptırılmış. Minaresi günümüze kalmadığı için ilk bakışta cami olduğunu anlamak güç.

 

 

Meydana açılan dar sokaklardan, yokuş yukarı ilerleyerek kente hakim tepedeki kaleye ulaşılıyor. Arnavut kaldırımı sokaklardaki taş evlere, yukarı çıkıldıkça eşsiz bir deniz manzarası eşlik ediyor. İlk çağlardan beri bu tepede bir kale varolmuş daima. Son hali ise Venedik döneminden miras kalmış günümüze.


Korint körfezinin Akdeniz’e açıldığı noktada boğazın iki yakasını birleştiren Patras köprüsü gözüküyor ötede. İlk defa 2500 yıl önce hayal edilmiş olsa da ancak 19.yüzyılda Mora yarımadasını anakaraya bağlayan kıstağın kazılmasıyla gerçeğe dönüşen 6 kilometrelik Korint kanalı ise çıplak gözle görülemeyecek kadar uzakta.

Bir zamanlar galiplerin yelken açtığı sular, mağlupların gömüldüğü derinlikler ise göz alabildiğine mağrur, göz alabildiğine mavi.

 

 

 

Tarihi galipler ve mağluplar, kahramanlkar ve korkaklar arasında geçen olaylar zinciri olarak bir bilgisayar oyunu tadında öğrendiğimiz için
  1. Yüce Preveze ve İnebahtı’yı böyle gerçek ve görülesi yerler olarak hiç düşünmemiştim. Sağol. H.Güven

    Comment by Hüseyin Güven — 11 Haziran 2015 @ 11:00

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL