Agito ergo sum ! -

Kuzey Amerika

19 Eylül 2011

Sardalya Sokağı


Yazı ve Fotoğraflar: Yüce Ayhan

 

 

“Bir şiirdir Kaliforniya’nın Monterey kasabasındaki Sardalya sokağı” diye yazar John Steinbeck ünlü romanının ilk satırlarında.

Steinbeck’in büstünün yanında dikilip Monterey körfezini izlerken ilk gençliğimde okul ödevi olarak okuduğum bu romandan belleğimde çok az şey kaldığını farkettim. Ama o çok tanıdık, Yeşilçam filmleri tadında bir sıcaklık, “fakir ama mutlu”  insanlara özgü bir iyimserlik belli belirsiz iz sürüyordu belleğimde.

Günbatımı, Amerika’nın cadı kazanında “kızıl” damgasıyla yaftalanmış John Steinbeck’in denize nazır büstünü  gerçekten kızıla boyarken gün boyu kıyıda mesai yapan fokların yorgun sesleri yankılanıyor havada.

Kaliforniya kıyılarında, güneyde sakin bir balıkçı kasabası, Monterey. Steinbeck’ten bu yana geçen zaman o günlerin basit ve sade yaşam tarzını değiştirse de okyanusun girintisiyle oluşmuş korunaklı bir körfezin kıyısında kurulu bu kasaba sakinliğinden pek bir şey yitirmemiş gibi.  Eskiden balıkçı barınağı olan  iskele  (Fisherman’s Wharf) kasabanın en hareketli yeri şimdi. Buradaki ayaküstü büfelerde hemen önümüzde pişen kocaman kırmızı yengeçlerin, kızarmış karideslerin, kabukluların tadına bakmadan geçmek imkansız. İçi oyulmuş irice bir ekmek somunun içine doldurularak sunulan deniz tarağı çorbası (Clam Chowder) ise unutulmayacak lezzetlerden. Fisherman’s Wharf üzerinde yeme içme mekanları dışında hediyelik eşya dükkanları ile olta balıkçılığı, balina gözlemi gibi etkinlikler pazarlayan turizm şirketleri de var bolca.

Onsekizinci yüzyılda kurulan  Monterey, Kaliforniya’nın ilk başkenti olarak bölgede balıkçılığın da başkenti olmuş. Avlanan balıkların işlenmesi ve pazara son ürün olarak sunumu için endüstriyel bir merkez  olarak önemini yıllarca sürdürmüş. John Steinbeck’in romanlarına damgasını vuran “Büyük Bunalım”dan bu yana epey zaman geçmiş, refah toplumunun gözde sayfiyelerinden biri olmuş Monterey. Bir zamanlar sardalyaların tuzlanıp kutulandığı ve Steinbeck’in romanına esin kaynağı olmuş konserve fabrikası Kuzey Amerika’nın en büyük akvaryumununa dönüşmüş günümüzde.  Sardalya Sokağı (Cannery Row) ise otellere ve alışveriş merkezlerine ev sahipliği yapıyor artık. Tuzlu balık kokusu falan da yok etrafta.

 

Romanın sararmış sayfalarından dökülmüş manzaralar kalmış az da olsa. Steinbeck’in romanında “Doc” olarak adlandırdığı karakterin cismani hali, deniz biyoloğu Ed Rickets’in Batı Biyoloji Laboratuvarı, o mütevazi ahşap yapı, o günkü halinden hiç bir şey yitirmeden dikiliyor sokağın bir köşesinde.

Az ötede ise romanın demirbaşlarından Çinli tüccar Chong’un dükkanı yer alıyor. Bu gün envai çeşit turistik ıvır zıvırın satıldığı dükkanın önündeki tabelada “Bir zamanlar Wing Chong’ a Ait Olan Dükkan” ibaresi dikkat çekiyor. Bir pazarlama taktiği de olsa Chong’un dükkanının ruhu yaşıyor hala.

Sokağın sonundaki akvaryumun girişinde “Cannery Row” günlerine ait fotoğrafların ve ayrılmaz iki dostun yanyana fotoğraflarının ve biyografilerinin sergilendiği panolar var. Akvaryumun girişinde ise büyük bir cam silindirin içinde sardalyalar dönüp duruyor biteviye.

İçerilerde küçük akvaryumlardan devasa cam fanuslara yüzlerce deniz canlısına evsahipliği yapan cam yapılar, dikenleri çıkartılmış vatozları güvenle okşayabileceğiniz havuzlar, penguenlerin ritmik salınımlarını, ve dünyada tek bu yörede bulunan tuzlu su samurlarının şaklabanlıklarını izleyeceğiniz cam bölmeler var. Okyanusun kelp denen devasa yosunları arasında köpekbalıklarını besleme görevi üstlenen balık adamlar özellikle çocuk izleyicilerin favorisi.  Akvaryumun en dikkat çekici unsurlarından biri ise gönüllüler. Yaşlı başlı emekliler evlerinde bir köşede gazetelerine göz gezdirip kahvelerini yudumlayacaklarına günboyu burada dikiliyorlar, bir mikroskop başında, ya da bir  küçük akvaryum önünde merakla bakan çocuklara birşeyler gösterip bıkmadan anlatıyorlar. Bu yaşlılara bakınca insan düşünmeden edemiyor, Amerikan yaşam tarzı torun torba sahibi bir ihtiyarın ailesiyle zaman geçirmesine bile olanak sağlamıyor olsa gerek ki insanlar kendilerini müzelere, akvaryumlara, hayvanat bahçelerine vakfediyor.

Akvaryumdan çıkıp kuzeye doğru yönelince çakıllı plajlarıyla, manzaralı yoluyla okyanus kıyısı boyunca uzanan ulusal parkın içinden geçerek Carmel adlı pek popüler sayfiye kasabasına ulaşılıyor. İbranice’de “Tanrıların Bağı” anlamına gelen Carmel İncil’de bahsi çokça geçen kutsal bir yer adı. Bu nedenle olsa gerek Kuzey Amerika’da aynı adı taşıyan pek çok benzeri var. Farkı vurgulamak için sanki,  burası Carmel by the sea adıyla anılıyor. Gösterişli evlerin, turistik mağazaların arasından geçip ince kumlu plajında okyanusa dalmak mümkün. Clint Eastwood’un bir dönem belediye başkanlığını yaptığı bu kasaba güzel bir tatil beldesi. Ama o kadar.

Monterey ise Steinbeck’in dediği gibi “bir alışkanlık, geçmişe duyulan bir özlem, bir düş”;  artık onun Sardalya Sokağı’ndan eser kalmasa da bir zamanlar etrafa saçılmış balık pullarının belli belirsiz ışıldamaya devam ettiği bir düş.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


  1. Yuce, pek guzel olmus, insanin hem gidip de bir süre kalasi geliyor, hem de sonbahar baslangicinin taze havasinda bir daha gozlemleyip biriktiresi..

    Comment by dilek — 20 Eylül 2011 @ 07:44
  2. Her zamanki gibi süpersin…

    Comment by A.Esra KARAKOÇ — 20 Eylül 2011 @ 10:12

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL