Agito ergo sum ! -

Türkiye

15 Mart 2015

Ateşliler Komünü’nden Paşa Sancağı’na

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: Göksel Baktagir- Garip (Hicaz Saz Semaisi)

Klarnet: Hüsnü Şenlendirici

Albüm: Hüsn-ü Hicaz

 

Eski bir gar binası, insansız…

Yeşilliğin ortasında bir kara tren, kadim başkentin yarım kalmış tarihi gibi kesik raylar üzerinde sessiz sedasız…

İlk büyük savaşın ardından yeniden çizilen sınırların bahtsızlığında yalnız bir istasyon…

Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’u Balkanlara bağlamak üzere büyük umutlarla inşa edilen demiryolu hattı savaş sonrasında Yunanistan toprağında kalınca, kadükleşen, yerini yenisine bırakmak zorunda kalan Karaağaç’taki Edirne tren istasyonu oldu kentteki ilk durağımız.

Mimar Kemalettin tarafından tasarlanan, fakat yapıldıktan sonra kısa zamanda metruk bir hal alan yapı, yıllar sonra restore edilerek rektörlük binası olarak kullanılmış bir süre. Şimdilerde ise Güzel Sanatlar Fakültesi olarak işlev görmekte, güzelliğine yakışan biçimde.

Tunca ve  Meriç nehirlerini aşan köprülerle Edirne’ye bağlanan yemyeşil bir köy, Karaağaç. Hemen yanı başındaki mütevazi sınır kapısı Pazarkule’den  Yunanistan’a geçiliyor.

İlk çağlarda Traklar tarafından kurulmuş kent, tarihin her döneminde ayakta kalmayı başarmış. Doğu seferi sırasında ağırladığı Roma imparatoru Hadrianus’un şerefine   Hadrianopolis adını almış ikinci yüzyılda. Roma imparatorluğu yıkıldıktan sonra Bizans’ın en önemli kentlerinden biri olarak kalmış yıllarca. İsmi de Hadrianopolis’ten Adrianopolis’e, ondan da Edirne’ye evrilmiş yüzyıllar içerisinde.

14.yüzyılda imparator III.Andrikonikos’un ölümünün ardından çıkan taht kavgası Bizansı bir iç savaşa sürüklemiş. Edirne Selanik hattının ortasında bulunan Bizans başkenti Dimetoka’da imparator naipliği için sürdürülen savaş, yoksulların dünyayı değiştirmek için tarih sahnesine attığı ilk adımlardan birine sebep olmuş. Branos adlı bir köylünün önderliğinde ayaklanan halk yığınları Edirne’de bir komün yönetimi kurmuşlar. Bizans kaynaklı tarihsel metinlerde “bir çapulcu hareketi” olarak anılan Ateşliler Komünü, ismini aynı dönemde Selanik’te yönetimi ele geçiren ve yedi yıl boyunca kenti 12 özerk konsey ile yöneten Zelotlar’dan almış. Zealot veya Zilotes gibi farklı söylenişleri de olan bu deyim aslında ilk kez 1.yüzyılda Roma imparatorluğuna karşı savaşan yahudi gerilla gruplarını tanımlamak için kullanılmış, “Tanrı adına, şevkle harekete geçen, ateşli” anlamında.

Komün alevini Edirne’de yoksul tarım emekçileri tutuştururken Selanik’te denizciler loncası başı çekmiş. Yedi yılın sonunda savaşan tarafların uzlaşısı ve Aydınoğlu Umur bey’in yönetimindeki Türk deniz gücünün desteğiyle “istikrar” sağlanmış ve komün düzenine son verilmiş hem Selanik’te hem Edirne’de. Fakat on yıl sonra kent Bizansın elinden de çıkıp önce Osmanlı imparatorluğunun başkenti, payitahtın İstanbul’a taşınmasından sonra da Rumeli vilayetinin Paşa Sancağı olmuş.


Edirne’ye damgasını vuran iki önemli Osmanlı eseri var. Birisi Mimar Sinan’ın başyapıtı Selimiye cami, diğeri II. Beyazıd külliyesi.

Tunca nehri kıyısında geniş bir alana yayılan külliye ibadethane, tıp okulu ve hastane kompleksinden oluşmasıyla dikkat çekici. Külliyenin merkezinde yer alan  büyük bir kubbeyi çevreleyen altı küçük kubbeli odadan oluşan Darüşşifa, zamanında özellikle ruh hastalıkları için önemli bir tedavi merkezi olarak hizmet vermiş. Evliya Çelebiye göre “hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def-i sevda olmak üzere” musiki icra edilen bu mekanın günümüzde Sağlık Müzesi olarak hizmet vermesi ise şaşırtıcı biçimde doğru bir tercih olmuş.

Edirne’nin alamet-i farikası tartışmasız Selimiye camisi. Ermeni ya da rum, bir hristiyan aileden devşirilen çocuğun islam sanatının en önemli eserlerinden birini ortaya çıkarması talihin cilvesi olarak görülebilir pekala ama 80 yaşında başladığı işi beş yılda tamamlayıp geride ölümsüz bir dünya mirası bırakmak her türlü övgüyü hak ediyor.

1935 yılında mezarından çıkartılarak “tetkike” alınan kafatası devlet emanetinde kaybedilmiş olsa da, pek çok eserinin güzelliği çarpık yapılaşmayla gölgelense de, burada, Edirne’de  hak ettiği itibara sahip Koca Sinan. Kentin orta yerinde, dönem mimarisinin korunduğu bir meydanda tüm görkemiyle yükseliyor Selimiye camisi.

Edirne’nin kayda değer mimarisinde sadece Osmanlı İslam eserleri yok. Selimiye’nin etrafındaki sokaklarda pek çok konak ve eski ev yer almakta. Pek çoğu bakımsız, onarıma muhtaç olsa da bazıları korunmuş ve iyi durumda. En şanslılarından biri İlhan Koman evi. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na tahsis edilmiş heykeltraş İlhan Koman’ın doğduğu ev ve pek çoğuna göre iyi durumda.

Edirne başlı başına bir gezi güzergahı olmayı hak eden bir şehir. Türkiye’de eski kent merkezinin aşırı tahrip edilmediği, nispeten korunduğu nadir yerlerden.

Bizanstan Osmanlıya, Osmanlı’dan günümüze uzanan tarihinde parlak günleri olmuş bu kent günübirlikçi gezginlerin rağbet ettiği bir yer. Üstelik epey bir kısmı sınırın öte yanından gelip dönüyorlar. Sadece gezmeye değil; yanında tava yoğurdu, kırmızı biberiyle yaprak ciğer yemeye; bademli kurabiyelerden, badem ezmelerinden tatmaya; artık Trakya kaşarı mı olur Edirne beyazı mı, peynir alıp gitmeye de geliyorlar.

Yaz başında yapılan yağlı güreş şenlikleri Kırkpınar’ın sadece adının kalmış olmasına aldırış etmeyen ayrı bir meraklı kalabalığını topluyor kente. Çünkü bu güreşe adını veren Kırkpınar artık sınırın ötesinde bir çayır. Yunanistan’ın Evros deltasında, bu gün Kiprinos diye adlandırılan, bir zamanların Samona kasabasında; veya bizim bir başka “Ateşli” isimle bir arada anmaya alışkın olduğumuz, Simavna‘da.

 

 

Edirne Okumaları:

Zelotlar ve Edirne komünü/Ayhan Tunca.

 

 

 

Müzik: Hüsnü Şenlendirici – Garip (Hicaz Saz Semaisi)

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL