Agito ergo sum ! -

Türkiye

10 Şubat 2013

Yenipazar’da Bir Pazar: Develer,Pideler,Efeler…

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: Yörük Ali Efe Zeybeği

(Albüm: Best of Turkish Zeybeks)


Yıllar önce ilk kez bir arkadaş tavsiyesine uyup gittiğim pidecide sipariş alan garsona “Tavsiyeyle geldik, ne yiyeceğiz” diye sorunca  “Bana bırakın” diyerek yerinden doğrulmuş, “Yapıver ikişer dane yuvarlak gıymalı” diye talimatı vermişti. “Yuvarlak gıymalı”lar hazır olunca da bizzat kendisi getirmiş, eline aldığı turuncu güzelce sıkarak “Bu böyle yenir” diyerek yol yordam göstermişti. Tüm pide çeşitlerinden tattığımızı sanıp “Tamam doyduk” deyince de itiraz etmişti.

-Düğüne gidiyonuz. Pilavı, eti yiyonuz. Datlı yemeden galkıp gidiyonuz mu?

Çoktan doymuş olmamıza rağmen son tahinli pideleri de silip süpürmüştük, üzerlerine turunç sıka sıka.

O zamandan beri ne zaman yola çıktıysam, yemek saatine yakın zamanlarda anayoldan saparak yolu biraz uzatıp o lezzetleri tekrar tatma fırsatını hiç kaçırmadım.

Ege’nin alışıldık ılık kış günlerinden birinde, bu kez yol üstü uğrağı olarak değil, planlı programlı bir gezi  için anayoldan saptık. Sekiz kilometre sonra, Türkiye’nin az sayıdaki “yavaş şehir (cittaslow)”lerinden biri olan o sakin kasabanın sıradan hafta sonu haliyle hiç bağdaşmayan bir kalabalık içinde gidebildiğimiz yere kadar gittik araçlarla. Arabaları bırakıp yürümeye başladığımızda ise tam bir curcunanın içine düştük. Yolun iki tarafında dizilmiş, rengarenk süsleriyle gösterişli develer arasından yürüyen insanların peşine takılıp davul zurna seslerinin, mangal dumanlarının geldiği tepeye doğru ilerledik.

Yamaçta dizilmiş insan kalabalığı önlerinde mangallar, ellerinde kadehler demleniyor aşağıda güreşen develeri izleyerek. Her yanda davul, zurna veya klarnet, cümbüş timleri  gruplara yanaşıp gözüne kestirdiği “ağa”nın kulağına üflüyor tanıdık ezgileri, bahşişi koparana dek ısrarla. Dışarıdan gelenlere yönelik hizmet unutulmamış; portatif masaların, plastik sandalyelerin dizildiği alanda mangalda deve sucuğu, yanında yörenin meşhur kese yoğurdu, dileyene rakı-bira, dileyene ayran-meşrubat. Kadın, erkek, çoluk, çocuk gelmiş hem Yenipazarlılar hem de diğer kasabalardan köylerden insanlar. Güreş alanına girişte ayrımcılık var yalnız, kadınlarla çocuklara giriş bedava, erkeklere paralı.

Hayvan hakları yönünden tartışmalı bir durum yaratsa da deve güreşleri geleneksel kültürün önemli bir unsuru olarak kabul görüyor. Güreş esnasında hayvanların şiddet gördüğüne ilişkin bir emare görmedik. Boyunlarını birbirlerine geçirip diğerine boyun eğdirme çabası var çokça. Söylenene göre develer doğaları gereği birbirleriyle itişen hayvanlar, dolayısıyla seyirci olmadan da kendiliğinden dövüşebiliyorlar. Şenlik insanlar için. “Güreş bahane, muhabbet şahane” düsturu egemen ortalıkta. Günümüzde güreşler 10 dakika ile sınırlı tutuluyor ve her deve haftada en çok bir kez güreş tutuyor. Güreşin kavgaya dönüşmemesinin güvencesi ise alanda bekleyen görevliler, güreş biraz sertleşecek olursa hemen hayvanları ayırıyorlar.

Deve güreşlerinin kökeni çok bilinmiyor aslında.  On yedinci yüzyılda yöreye ilişkin ayrıntılı izlenimler aktaran Evliya Çelebi’nin “Seyahatname“sinde deve güreşlerine ilişkin tek bir satırın bile olmaması güreşlerin daha sonra ortaya çıktığını düşündürüyor. Anadolu’da sosyal ve ekonomik yaşamı inceleyen çeşitli araştırmalar da deve güreşlerinin batı Anadolu’da 18.yüzyılda görülmeye başladığını doğruluyor. Güreş develeri özel yetiştirilmiş bir tür. “Tülü” adı verilen bu hayvanlar tek hörgüçlü Arap develerinin dişisiyle çift hörgüçlü Asya develerinin erkeğinin çiftleştirilmesinin ürünü bir melez tür.*

Güreş alanı keyifli ama güreşler bitmeden önce Yörük Ali Efe Müzesini gezip pideleri sipariş etmek gerekiyor. Çünkü güreş alanı boşalınca pideciler doluyor. O yüzden bir an önce “Efe”yi ziyaret edip  pideciye gitmek lazım.

Yörük Ali, ulusal kurtuluş savaşının en önemli simalarından. İzmir’in işgalinin ardından 16 Haziran 1919′da işgal kuvvetleri karakoluna yaptığı bir baskınla Batı Anadolu’da işgale karşı ilk örgütlü direnişi gerçekleştiren ve işgal kuvvetlerini Aydın’a çekilmeye zorlayan bir gerilla lideri.

Daha sonra da düzenli orduya katılıp Milli Aydın Cephesi komutanı olarak görev yapmış. Diğer bazı efeler gibi eşkiyalıkla ya da isyanlarla işi olmamış hiç. Kurtuluş savaşından sonra bir süre İzmir’de yaşayan Yörük Ali Efe 1928′de savaşta karargah kurduğu Yenipazar’a yerleşmiş. Ne hazindir ki, onca savaşlar, çatışmalardan sağ çıkan Yörük Ali “medeniyete” kurban vermiş iki bacağını birden, İzmir’de bir tramvay kazasında. Kazanın ardından da çok yaşamamış, aynı yıl 23 Eylül 1951′de hayata veda etmiş. Müze’de hayatını anlatan tabelada, tramvay kazasından bahis yok. Sadece tedavi için gittiği Bursa’da öldüğü yazılmış. Kim bilir, büyük işler başarmış bir kahramana öyle aciz bir halde anımsanmak yakışmadığı için olsa gerek belki de.

Müze, Yörük Ali Efe’nin evi aslında. Yöreye özgü mimariyle inşa edilmiş, geniş bir bahçe içinde iki katlı kagir bir konak.

Kurtuluş savaşı sonrasında yerleştiği Yenipazar’da bu evde yaşamış “Efe” yıllarca. Müze haline gelmesi ise çok yeni, 1980′lerde yanarak iyice harap olan ev Aydın Valiliği’nin çabalarıyla, Kültür Bakanlığı tarafından mirasçılarından devralınarak onarılmış ve 2001 yılında müze olarak açılmış.  Yörük Ali’nin  kabri de Yenipazar mezarlığından alınıp müzenin bahçesine taşınmış. Evin içinde Yörük Ali Efe’nin kişisel eşyaları, dönemi yansıtan özgün hava içinde sergileniyor. Restorasyon sonrasında yüklenicinin alacağı “ödenek yetersizliği” nedeniyle ödenmemiş. Ancak geçen sene, yani müze açıldıktan 11 yıl sonra, faiziyle yedi kat olarak devlet borcunu kapatmış; gazetelere manşet olduktan sonra elbet.

Yörük Ali Efe Evi’nden çıkıp biraz yürüyünce ilçe merkezine ulaşılıyor. Artık pide zamanı. Pek çok pideci var ilçede ama biz ilk göz ağrımızı tercih ediyoruz: Sümer Pide. Mehmet usta yerinde yok, bu sefer güreş alanında develerinin başında.

Artık tavsiyeye ihtiyacımız yok nasılsa, ne yiyeceğimizi biliyoruz. Önce birer “yuvarlak gıymalı”, sonra hepsinden birer tane ortaya. Tahinli pideye de fazladan turunç isteyince o kadar gelip gitmeye rağmen tatmadığımız bir çeşit daha olduğunu anladık, “Ben size ekşili pide yaptırayım isterseniz” teklifi gelince. Hiç itiraz etmedik. Deve güreşini bitirip gelen yer peşindeki müşterilerin boş masada neyi beklediğimizi soran ters bakışlarına aldırmadan son siparişin gelmesini bekledik sabırla. Ama değdi doğrusu.

Develer,  pideler ve efeler faslı tamam olsa da gezi bitmemişti daha. Yenipazar’ın hemen çıkışından sonra saptığımız toprak yolda ne yöne gideceğimiz bilemeden biraz dolandıktan sonra göl kıyısına varmayı başardık.

Göl deyince yanlış anlaşılmasın, haritalarda ya da sulak alan listesinde esamesi okunmayan Aşağı Dip Gölü, Büyük Menderes havzasının ortasında küçücük bir gölcük. Büyük Menderes’in bir koluyken doğal sebeplerle nehir ile bağlantısı kesilince sonradan göl olmuş. Fakat bakınca daha çok bir nehir kıvrımı görüntüsünde. Yıllarca insafsızca kirletildikten sonra son yıllarda belediyenin çabalarıyla yeniden hayat bulan bu sulak alan etrafında kıyı düzenlemesi yapılmış. Mart 2013′te doğa parkı olarak ziyarete açılacakmış.

Ana yola çıktıktan sonra istikamet Nysa. Sultanhisar ilçe merkezine 4 km uzaklıktaki bu antik kent Aydın dağlarının bir uzantısı olan ve antik çağda Mesogis olarak adlandırılan Malgaç dağı eteklerinde kurulmuş. Antik kente ilişkin bilgiler iki farklı kaynaktan köken alıyor. Antik çağın ünlü filozofu Strabon en saygın antik kaynaklardan biri olan Geographika adlı eserinde, gençken  Nysa‘da Aristodemes‘in yanında öğrenim gördüğünü yazmış ve kente ilişkin ayrıntılı bilgiler vermiş. Zamanında Athymbros, Athymbrados ve Hydreleos adlı Spartalı üç kardeş tarafından kurulan üç kentten biri olan Athymbria yakınlarında Nysa adıyla yeniden kurulduğunu yazmıştır. Bizanslı tarihçi Stephanus ise Seleukos oğlu 1.Antiokhos‘un kurduğu yeni kente karısının adını verdiğini yazmış.

Bu gün yöre insanının Tekkecikdere olarak adlandırdığı akarsuyun ortasından geçtiği sarp vadinin her iki yanında şehirden bu güne kalan yapılar var. Efes’teki Celcus kütüphanesinden sonra en iyi durumda kalmış ikinci büyük antik çağ kütüphanesi, 12 bin kişilik anfi tiyatrosu, yaşlılar meclisinin (Gerontikon) toplandığı Bouleuterion, zeytin ağaçları arasındaki agorası görülecek yerler arasında. Sel sularının şehre zarar vermeden akıp geçmesi için yapılmış gizli tüneller ve Bizans döneminden kalma köprüleriyle zamana ve doğaya meydan okuyan bir hali var.

Dionysos‘un doğduğu kent olarak geçiyor mitlerde. Zeus‘un Semele ile yasak aşkına öfkelenen karısı Hera‘nın kılık değiştirerek Semele’yi Zeus‘u güçlerini göstermeye ikna etmek üzere kandırması, Zeus‘un yıldırımlar yağdırırken yanlışlıkla 6-7 aylık gebe olan Semele‘yi yakarak öldürmesi, erken doğan bebeğini alarak baldırında saklaması ve iki kez doğduğu için bebeğe Dionysos adının verilmesi anlatılır efsanelerde.

Öte yandan tanrının adını oluşturan Dio ve Nysos sözcüklerinin “Nysa dağının tanrısı” anlamına geldiği de iddia edilmekte. Anfi tiyatrodaki frizlerde Dionysos şenliklerini tasvir eden kabartmalar bu kentte  Dionysos kültünün varlığına işaret eden önemli bulgular olarak gösteriliyor.

Söylenceler sadece Dionysos  ile sınırlı değil. Frigya kralı Midas!ın eşek kulaklarına sahip olmasıyla sonuçlanan yarışmanın Nysa‘da geçen bir versiyonu da var. Nysa‘da Apollo‘ya meydan okuyan Marsyas‘ın,  Nysa‘lılar önünde hünerlerini sundukları, Marsyas’ın flütünden çıkan ezgilerin Apollo‘nun lirine üstün geldiği, ancak yenilgiyi kabul etmeyen Apollo‘nun lirden çıkan ezgilerin insan sesiyle birlikteliğinin  yarattığı muhteşem uyumun en güzel müzik olduğunu ileri sürmesi ve yarışmanın tekrarında galip ilan edilmesi muktedirlerin her alanda egemen olma arzusunun günümüze özgü olmadığının en eski kanıtlarından biri.

Ovidius, “Dönüşümler”  (Metamorphoses) adlı manzum eserinde Marsyas‘ı anlatır: Kan boşaldı. Sinirler çıktı açığa, derisiz damarların titreyişi, devinen barsaklar, saydam kaslar. Hepsini saymak kolaydı göğsünde. Orman, kır tanrıları, fauneler, kardeşleri satirler, sevgili Olimpos’lu nimfler ağlardı… Toprak emmiş bu gözyaşlarını ıslanmış… Dik bir bayırdan dökülür denize doğru Marsyas denen bu ırmak.

Zeytin ağacına asılıp derisi  yüzülen Marsyas‘ın kanından oluşan ırmak  Çine çayı olarak akıyor bugün Nysa‘nın güney batısında. Nysa‘dan bakınca görmek olası değil Marsyas’ı ama  günün sonunda o tarafa çevirince yüzümüzü, keyifli bir pazara ev sahipliği yapan Yenipazar ve gün batımında tüm haşmetiyle Büyük Menderes ovası karşımızdaydı.

 

*Saklı Kalmış Bir Kültürel Mirasın Coğrafyası: Batı Anadolu’da Deve Güreşleri. Vedat ÇALIŞKAN (Uluslararası  Sosyal Araştırmalar Dergisi 2009, Cilt:2/8, sayfa:124-137)

 


Üzgünüz, yorum formu şimdilik kapalı.