Agito ergo sum ! -

Avrupa

04 Aralık 2012

Áth Cliath: Kara suyun aynasında bir sonbahar

Yazı ve fotoğraflar: Yüce Ayhan

Müzik: Arianna Savall- Celtic Suite

(Albüm:Peiwoh)

Kara bir  suyun aynasında kurulmuş yüzyıllar önce. Adaya ayak basan ilk ataları, şimdilerde şehri kuzey ve güney olarak ikiye bölen Liffey nehriyle artık esamesi okunmayan Poddle nehrinin kavuştukları yerde göllenen siyahi durgun suyun hatırına Dubh Linn demişler kendi dillerinde buraya. İngilizce karşılığı Black Pool olarak yakıştırılan bu deyiş en önemli tarihsel mirası olmuş kentin.

Kara gölden eser yok şimdi. Yerinde mütevazi bir ortaçağ şatosu yükseliyor, resmi adıyla Dublin Kalesi. Kalenin bulunduğu yer ve yakın çevresi Dublin’in en eski yerleşim yeri. Tarih öncesinde başlayan bir hareketlilik var burada. Vikingleri püskürten Keltler iyi kötü bir egemenlik kurunca bu civarda tarihin seyri değişmiş biraz. Hele bir de hristiyanlık öğretisi ayak  asınca adaya Keltler hemencecik benimsemişler bu yeni öğretiyi, sanki kendi özgün kültürleri ve inanışları hiç olmamış gibi. Öncesinde  egemenlerin de benimsediği katolik hristiyanlık, kral VIII.Henry boşanma sevdası uğruna papayla restleşince gözden düşmüş. Egemenlerin horgörüsüne rağmen hoşgörü göstermeye devam ettikleri din bitmez sıkıntılara sebep olmuş. Yüzyılın egemeni anglosakson kültürünün boyunduruğuna ayak direyince çatışma kaçınılmaz olmuş İrlanda’da. Tudor hanedanının sonuncu ferdi Kraliçe Elizabeth katoliklerin direncini kırmak için elinden geleni yapmış. Bu gün Dublin’in en önemli eğitim kurumu olarak işlevini sürdüren Trinity Colllege kurulmuş 1592′de. İki yüzyıl boyunca kapılarını katoliklere kapalı tutan günümüzün Dublin Üniversitesi 20.yüzyıl başına dek kadınlara da yasakmış.

Trinity College yerleşkesi içinde bulunan eski kitaplık buradaki en görmeye değer yerlerden biri. Sadece görmek değil, koklamak da şart. Kitaplığın Long room olarak adlandırılan en büyük  galerisine tırmanan merdivenlerin sonunda kokunun ayırdına varıyor insan. Küfle karışık bir eskimişlik ve toz kokusu kesif biçimde yayılıyor yukarı çıktıkça. Yüksek tavanlı ve uzun bir salonda sağlı sollu ikişer katlı girintilerin her birinde uzun merdivenlerle erişilebilen sayısız kitap. Her girintinin başında birer beyaz büst. Koridorun bir tarafında Antik Yunan’dan tanıdık yüzler: Sokrat, Aristo, Thales… Karşı yanda ise Avrupa edebiyatının önde gelen isimleri.

Bu müze kitaplığın en önemli parçası ise dana derisi bir parşömene yazılmış el yazması bir kitap: Book of Kells. Kelt rahiplerin süslü el yazılarıyla kaleme aldıkları kutsal kitabın yaldız ve resimlerle bezenmiş sayfalarında hristiyanlığın dört incili yer alıyor. Ancak eseri her daim görmek mümkün değil. Çünkü bölümler dönüşümlü olarak sergileniyor ve bencileyin kimileri de sergiden kaldırıldığı dönemlerde büyük panolarda sergilenen taklitleriyle yetinmek zorunda.

Elizabeth’in ilgilendiği tek yapı Trinity College olmamış Dublin’de. Kentin en önemli iki kilisesi, Christ Church ile Saint Patrick’s katedralinin de birer protestan yapısına dönüştürülmesini emretmiş kraliçe.   Güliver’in gezileriyle belleğimizin unutulmazları arasında yer alan yazar Jonathan Swift de başpapazlık yapmış bir dönem İrlanda’daki en büyük hristiyan tapınağı olan Saint Patrick’s katedralinde.

Protestanlığa hız verip katolikleri ikinci sınıf vatandaş durumuna düşüren İngiliz egemenliği milliyetçiliğini körüklemiş İrlandalıların. Öncesinde de pek çok çatışma ve kalkışma olsa da  özgürlük için 1905′de kurulan Sinn Fein damgasını vurmuş İrlanda bağımsızlık hareketine. “Biz, kendimiz” anlamına gelen bu sözcükler günümüzde Kuzey İrlanda’da siyasi parti olarak devamını gördüğümüz  önemli bir simge olmuş adada. Sinn Fein ve sonrasındaki İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun mücadelesini, ayaklanmaları, idamları, ölümleri düşününce tüm bunların VIII.Henry’nin uçkur belasına yarattığı yeni bir din yüzünden olduğuna inanmak güç. Birinci dünya savaşına eklemlenen bağımsızlık savaşının sonunda, 1922 yılında Büyük Britanya ile yapılan antlaşmayla İrlanda bağımsızlığını sağlamış.

Ulusal duygulanımı yükselten bu tarihsel sürecin izlerini  bugün de görmek mümkün. Çoğunlukla iki resmi dilden biri olan İngilizce konuşulsa da İrlandaca diğer resmi dil olarak her yerde varlığını anımsatıyor. Tüm resmi tabelalarda önce İrlandaca sonra İngilizce yazılar yer alıyor.  Kentin İrlanda dilindeki resmi adı Áth Cliath. “Sazlık engellerin arasındaki sığ geçit” ya da kısaca “Engelli geçit” anlamına gelen Áth Cliath ile Dubh Lihn sonradan birleşmiş iki farklı yerleşim yeri aslında. Tarihin izleri kent merkezinde açıkça görülebiliyor. Dolaşırken göze çarpan farklı mimari yapılar orta çağ Dublin’ini kral George döneminden, Georgian Dublin’i günümüzden ayıran görünmez sınırlar çiziyor kentte. Hamasi duyguların hakim olduğu bir coğrafyada olduğumuzu Dublin sokaklarında ve meydanlarında boy gösteren onlarca ulusal kahraman heykelinden anlıyoruz. İrlanda’nın bağımsızlık sürecinde can vermiş pek çoğu.

Sadece kahraman heykelleri yok Dublin’de. Pek çok şair, yazar yetiştirmiş bu kent edebiyat dünyasına. James Joyce, Samuel Beckett, Thomas Moore, William Butler Yeats, Oscar Wilde, George Bernard Shaw, Brendan Behan, Patrick Kavanagh gibi çağdaş dünya edebiyatına damgasını vurmuş pek çok isim buradan çıkmış. Kent içinde de onların izlerini görmek mümkün. Hatta bu yazarların izlerini süren bazı özel edebiyat turları bile var.

Sonbaharın tüm renklerini sunan Merrion Square Park‘ın bir ucunda gözalıcı ceketiyle bir kayaya yaslanmış Oscar Wilde, kentin orta yerinde bir sokağın köşesinde bastonuna dayanmış James Joyce veya bir bankta tek başına oturmuş Patrick Kavanagh sanki gerçek kişilermiş gibi karşımıza çıkıveriyorlar gezinirken.

Kasvetli ve yağışlı havaya tezat canlı bir hayat var şehirde. Kentin en işlek yeri şehrin kuzey kesiminde kalan O’connell Caddesi. Caddenin ortasında sivrilerek uzayan metal bir kule yer alıyor. Işık Anıtı olarak 2003 yılında dikilmiş. Öncesinde aynı yerde kireçtaşından bir sütun üzerinde İngiliz amirali Nelson‘un heykeli varmış ama 1966′da bir IRA bombasıyla ortadan kalkmış. Cadde boyunca yürüyüp aynı adlı köprüden geçince kentin güney kesimine ulaşılıyor. Fakat yoğun bir araç trafiğinin eşlik ettiği bu köprü yerine nehir boyunca ilerleyip az ilerdeki Buçukluk Köprüsü’nden geçmek çok daha iyi bir seçenek. Sadece yayaların kullanımına açık bu beyaz demir köprü 19.yüzyılda yapılmış. İlk kullanıma açıldığında Waterloo savaşında Napolyon‘u bertaraf eden İngiliz  mareşalinin şerefine Wellington Köprüsü olarak adlandırılmış olsa da bu isim pek rağbet görmemiş. Onun yerine, gelip geçerken verdikleri bir buçuk peni hatırına halk tarafından Buçukluk (Ha’penny-Half penny) Köprüsü olarak adlandırılmış.

Artık resmi adı Liffey Köprüsü olsa da Ha’penny Bridge olarak anılmayı sürdürüyor hala. Köprüden geçip Merchant’s Arch olarak anılan bir çeşit kapalı çarşıyı dolandıktan sonra Temple Bar‘a ulaşılıyor. Bar deyince yanlış anlaşılmasın, kapı ya da geçit anlamına gelen bir sözcük bu. Mahalle, adını 17. yüzyılda burada malikhane ve bahçeleri olan Temple ailesinden alıyormuş. Ancak, günümüzde Dublin’in gece hayatının da odağı olan bir kültürel merkez olduğu göz önüne alınırsa sözcük gerçek anlamını bulmuş gibi. Temple Bar‘dan Trinity College tarafına yönelince bir başka cümbüşe ulaşılıyor. Yayalara ayrılmış Grafton caddesinde büyükşehirlere özgü insan kalabalığı karşılıklı ilerlerken sağlı sollu lüks dükkanların aralıklarında rengarenk çiçeklerle süslü pub ve kafeler  kısa bir soluklanma ya da  iyi bir demlenme fırsatı sunuyor gelip geçenlere.

Meşhur Irish pub‘lardan birinde oturmadan kişi Dublin’i görülmüş sayılmaz. Pubların da da olmazsa olmazı, İrlanda’nın ünlü siyah birası, Guinness. Kavrulmuş arpa maltından hazırlanan bu birayı öyle hemen doldurup içemiyorsunuz. Önce bardağa biraz dolduruluyor, tabandan yukarı yükselen kabarcıklar yüzeyde köpük halini alınca doldurmaya devam ediliyor. İçmeden önce de tüm köpüğün yüzeyde toplanması için biraz daha bekleniyor. Bu da alışıldık bira keyfinden farklı bir tat sunuyor ehlikeyflere. Lager biralardakinden farklı maya türlerinin kullanılmasıyla daha yüksek ısıda, yüzey fermentasyonuyla elde edilen ale türü biraların en ünlüsü  Guinness. Sırrına vakıf olmak isteyenler için iki yol var Dublin’de: ya kendinizi fazla yormadan çevredeki publardan birine oturup her yudumda sırrını çözmeye çalışırsınız ya da kent merkezinin biraz kenarına sıkışan tarihi fabrikanın biletli ziyaretçilerinden biri olursunuz.

Arthur Guinnes‘in 1759′da devletten yıllığı 45 sterlin gibi komik bir paraya 9000 yıllığına kiraladığı 26 hektar araziye kurduğu fabrika endüstri devriminden nasiplenememiş İrlanda’nın gelmiş geçmiş en büyük sanayi hamlesi olsa gerek. Çünkü burası Avrupa’daki en büyük bira imalathanesi.

Guinness markasının resmi amblemi İrlanda Cumhuriyeti’nin amblemiyle aynı, bir arp. Resmi sembol olarak kullanımı 16.yüzyılda VIII.Henry sayesinde olsa da, çok eski zamanlardan beri bu toprakların doğal simgesi aslında. İnsanlık tarihinin en eski çalgılarından olan arp avcıların yaylarındaki tınıdan esinlenen sanatçılar tarafından yaratılmış ilahi bir müzik aleti. Keltlerin baştanrısı, bolluk tanrısı, iyi tanrı Dagda meşe ağacından yapılma bir arp ile mevsimleri çağırırmış rivayete göre. Tellerine dokununca üç soylu tını çıkarmış ortaya ve bu ezgilerin büyüsünden sakınamazmış hiç kimse. İlki Goltrai, dinleyeni derin bir hüzne boğan matem tınısı; diğeri işiteni sevince boğan neşe tınısı Geantrai, sonuncusu da duyanı huzurlu bir kehanet uykusuna yatıran uyku tınısı Suantri. Bu nedenle arpten yayılan ezgiler hüznü, neşeyi ve huzuru bir arada yaşatırmış insana.

İrlanda’nın geçmişinde daha nice efsaneler, nice hikayeler var. Bizim için en ilginç olanını ise bir akşam Dublin’in banliyosu Malahide yakınında akşam yemeği için oturduğumuz restoranın garsonu anlattı, Türkiye’den olduğumuzu öğrenince. İrlanda’nın doğu kıyısında, biraz kuzeyde yer alan Drogheda isimli kasabanın resmi armasında  bir ay-yıldız olduğunu, bunu sebebinin ise 1649 Eylül’ünde Oliver Cromwell tarafından kentin kuşatıldığı sırada küçük bir Türk gemisinin ablukayı gizlice delerek kente yiyecek taşıması olduğunu söyledi. Cromwell’in kuşatma sonrasında neredeyse tüm kent sakinlerini kılıçtan geçirdiği vahşi katliam da eklenince tarihin sayfalarına, bu girişim  karanlık günlerin en hatırlı hareketi olmuş kent sakinleri için.

Sonradan araştırınca anladık ki farklı öyküler var buna ilişkin. İrlanda tarihinin en kara sayfalarından bir başkasında, 19.yüzyılda yaşanan büyük kıtlık sırasında Osmanlı Sultanı Abdülmecit İrlanda’ya yardım için 10 bin sterline denk bir nakit yardım göndermek ister. Fakat kraliçe Victoria tarafından yapılan yardım hepi topu sadece 2000 sterlin olduğu için İngiltere Abdülmecit’ten yardımını 1000 sterlinle kısıtlamasını rica eder. Abdülmecit bu ricayı kırmaz ve 1000 sterlin gönderir ama paranın yanında 3 gemi dolusu yiyecek de gider açlıktan kırılan İrlandalı çiftçilere. Anlatılanlar farklı da olsa İngiliz kötücüllüğüne tezat bir Türk iyilikseverliği ortak teması bu öykülerin. Ancak İrlanda’yla tarihsel bağlarımız bu söylencelerle sınırlı değil.

Keltlerin doğuya göç eden kollarından biri yaşadığımız toprakların mozaiğine karışmış yıllar önce. MÖ 3.yüzyılda İstanbul’un etrafında bir süre konuşlanan Kelt kavminin boğazdan geçişine Bizans yönetimi tarafından uzun pazarlıklar sonucu izin verildiği, Anadolu’ya geçen kavmin iç Anadolu’da yerleştiği ve sonrasında da Roma imparatorluğunun hegemonyası altında Galatya adında bir Roma vilayeti olduğu yazıyor tarihin sayfalarında. Başta sıkı bir hristiyan düşmanıyken hidayete erip gayretli bir aziz olan Tarsus’lu Paul‘un Anadolu’da hristiyanlığı ilk kabul ettirdiği kavmin Galatlar olduğu, bugünün Ankara’sının o vakitler Anadolu’ya yayılan üç Galat boyundan biri tarafından kurulmuş Ancyra şehrinden miras kaldığı, İstanbul’un Galata semtinin isim hakkının boğazı geçmeyip burada kalan asimile olmuş Galatlara ait olduğu yazılanlardan pek azı.

Geçmişin hikayeleri tozlansa da çoğu zaman, olmadık bir yerde, olmadık bir zamanda karşımıza çıkıveriyor aniden açılan bir kapıdan. O zaman insan bir başka gözle bakıyor ister istemez etrafına. Artık ne uzak ne de yabancı bu diyar, bildik bir “Zümrüt Ada” .*


*Emerald Island: Yoğun, yeşil bitki örtüsü nedeniyle İrlanda  için kullanılan bir tanım.

 


  1. Sevgili Yüce
    Yüreğine kalemine sağlık, ilaç gibi geldi. 2 Hafta sonra Dublin’deyim. Dünya edebiyatını etkileyen bunca yazarın o küçücük adadan hatta doğrudan Dublin şehrinden nasıl çıkmış olduğunu izah etmek zor olsa gerek. Verdiğin bilgiler, öğüt ve yönlendirmelerin için teşekkürler.
    Muhri

    Comment by mehmet uhri — 05 Aralık 2012 @ 07:15
  2. Sabah sabah yine bambaşka alemlere gönderdin beni. Yazının sonunda uyandım daldığım düşten. Ellerin dert görmesin emi.

    Comment by L. Tufan KUMAŞ — 05 Aralık 2012 @ 08:39
  3. Gitmek istediğim yerlere benden önce gidebilenlere imrenmişimdir hep. Yalnızca gitmekte kalmamış, bütünleşmişsiniz bu kutsal kentle. Elinize sağlık…

    Comment by Melahat İbrişim — 05 Aralık 2012 @ 21:49

Yorum yapın

Bu yazıya yapılan yorumlar için RSS beslemeleri. TrackBack URL